8 Şubat 2010 Pazartesi

DÖKÜLEN YAPRAKLARA BULAŞMIŞ TOZLAR...‏

DÖKÜLEN YAPRAKLARA BULAŞMIŞ TOZLAR...‏



hayat hep başka bir şey oldu benim için,hep farklı oldum

isteyerek ya da bilerek mi seçtim bunu bilmiyorum

sanki bazen yazgısı baştan kaleme alınmış gibidir insanın

ve kendime layık görmedim bu hayatta hiçbir şeyi

bir değersizlik duygusu denebilir miydi

sanmıyorum

kendimden çok başkaları için yaşadım

hep uzak tuttum egomun isteklerini yaşamımdan

başbaşa kaldığımda bazen ağladığım oldu

kaderime yazgıma

tüm zevklerden hazlardan ve mutluluklardan arınmış

acıya kedere hüzne ve zorluklara alışmaya çalışan bu hayat yolculuğuma

her seferinde bu cümleleri kurmak zorunda olmaktan

her seferinde kendimi bu cümlelerle anlatmak zorunda kalmaktan yoruldum desem yeridir

bilmiyorum ne görüyor insanlar bende

ne hissediyor benimle paylaştıklarında

çok umursardım başkalarının ne diyeceğini ne düşüneceğini hakkımda

ama ideallerimle savunduğum değerlerle tutarlı mıyım diye

hep başkalarının eleştirilerine takıldım

çok sevdim ve çok umursadım insanları

hep açık oldum

her şeyimle

çok sonraları fark ettim

bu yalanlarla kirlenmiş dünyada

dürüst olmanın bile

yalan olarak algılanabileceğini,


yalanların gerçekler tarafından maskelendiği,

yumuşak başlılığın hiddeti, güler yüz ün öfkeyi ve kini maskelediği

ağırbaşlılığın sinsiliği sessizliğin içeride dolaşan nice art niyetli çığlığı maskelediğini

çok sonraları öğrendim.


insan,

istese de

göründüğü gibi olamazmış

ve bir insandan

olduğu gibi davranmasını beklemek

ne büyük ve ne imkansızmış çok sonraları fark ettim

öğrenciyim ve yeni başladım hayata.

duvarlarımı yeni yeni kırdım

tüm ezberlerimi bozdum

alışkanlıklarımla savaştım

yıkmak için ne varsa eskiden kalan bende

birer birer sıyrılma çabasındayım

çünkü hayatımı daha güzel kılmadı

daha mutlu etmedi beni

hep başkaları için vazgeçtim kendi hayatımdan

sahip olduğum zamanı olanakları hep başkalarına verdim

bir kadını sevdim ilk ama o kadını seven başkası var diye geri çekildim

hep sırada en sonda oldum

hep fedakarlık yapan ben oldum

düşünen

ayrıntıları gören ve iyilik deposundaki her şeyi herkese sunan ben oldum

kendime yardım etmem gerektiğini fark ettiğimde

yaşım 29 olmuştu

kendimi sevmem gerektiğini

yanlış ve gereksiz insanlarla boş ve anlamsız şeyler paylaşmaktansa

kendimi olduğum noktadan daha ileri taşımam gerektiğinin farkına vardığımda

ama çok yorulmuştum

öylesine seert darbeler yemiştim ki hayattan insanlardan

dirilmek ayağa kalkmak toparlanmak çok zor idi benim için

savaşmak ruhumda var ama kendime karşı duyduğum öfke

en büyük zaafımdı

kendimi anlamaya çalışmak zor idi benim için

kaybettikçe yitirdikçe çözdüm manasını

ölüm diye bir gerçeğin olduğunu daha da derinden yakıcı bir şekilde hissettim


bilim adamı olmak istemiştim idealim buydu

ama hayat çizgim beni devrimci olmaya itti

ve başkalarının acı çektiği bir dünyayı daha adil daha eşit daha özgür kılmak idealine kapıldım

büyük bedeller ödedim

pişman değilim elbet

ama pişmanlığım

bu mücadeleyi veren yürek bende idi

kendimi unuttum

ihmal ettim

hiçbir güzelliğe yaklaşmadım

çünkü beni ölümler işkenceler gözaltılar hapisler karakollar bekliyordu

işkencede erkekliğimi yitirebilirdim

ya da felç olabilirdim

ya da öldürülebilirdim bir sokak arasında polis kurşunuyla

ya da bir faşistin bıçak darbesiyle

ya da mücadelenin bir yerinde zindana düşüp

12 yıla kadar hapse mahkum olabilirdim

göze aldığım hep bunlardı

aydınlık bir dünya için

kendi varlığımdan bedensel ve ruhsal isteklerimden her şeyden vazgeçmiştim

en kötüsüne hazırladım kendimi her şeyin

çünkü özgürlük için savaşmanın bedeli ağırdı bu topraklarda

ve özgürlüğün düşmanı çoktu her yerde

kürtler, aleviler, hristiyan azınlıklar, yoksullar, emekçiler, işçiler, köylüler

emek veren alınteri döken insanlar

daha fazla ezilmesin ayrımcılığa uğramasın sömürülmesin

sosyal adaletin egemen olduğu bir toplumda özgürce ve onurlu bir şekilde yaşasınlar istedim

kavgam bunun içindi

kadın erkek ayrımı olmasın istedim

kadın evine hapsedilmesin sadece cinsel bir obje, ev işlerini yapan angarya işlere mahkum edilen çocuk

doğuran bir mal gibi ve erkeğinin esaretinde dünyadan kendi bedeninden hayattan bihaber yaşamasın

diye


hayatın her alanında erkeğiyle eşit olsun, haklarını savunsun ezilmesin dışlanmasın töre cinayetlerine

kurban gitmesin, babasının, devletin ya da erkeğinin insafına terk edilmesin onurlu bir birey olarak kendi

yaşamına kendisi yön verebilsin diye mücadele ettim

kadın özgürleşmeliydi toplumun özgürleşmesi için

ve erkekliğimle savaştım

erkekliğin getirdiği tüm hırslardan arınmaya çalıştım

cinselliğimle savaştım



türklüğümle savaştım,

bu ülkede türk olmayanlara karşı girişilen onur kırıcı asimilasyoncu katliamlara ve ayrımcılığa karşı savaşırken

sünni kimliğimle savaştım, diğer mezhep ve inançlardan insanlar üzerinde estirilen terör ve mahalle baskısına karşı mücadele ederken

insan kimliğimle yüzleştim savaştım

bu dünyada başka varlıkların da yaşadığı ve onların da yaşama hakkı olduğu gerçeğinin bilincinde olarak

çevre için, ağaçlar kuşlar böcekler koskocaman bir dünyada yaşayan tüm canlılar için

hesaplaştım bu dünyada adaletsizliğe yol açan her şeyle.



hayat beni böyle bir çizgiye getirdi

belki kaderimdi

belki ben seçtim

bilmiyorum

insanlar

dünyalarını daha güzel kılmak için mücadele etmeliydiler

yoksa dünya günden güne daha da kirlenecekti

ama fark ettim ki

bu savaş

çok az insanın verdiği bir savaştı

ve insanlar

bu kirli bozuk çürümüş düzende

kendilerince bir yol bir denge bir düzen kurmuşlar oturtmuşlardı

herkes tıpkı sistem gibi

onun arızlarını kendi hayatlarına alarak

kolay ve kısa yoldan halletmeye çalışıyorlardı sorunlarını

yalan söylüyorlar tuzaklar kuruyorlar hesaplar kitaplar art niyetli ayak oyunlarıyla inşa ediyorlardı

ilişkilerini yaşamlarını

artık bu doğaldı

samimiyet erdem ahlak dürüstlük anlamsız ve saçma kavramlardı insanlar için

ama aslında bu sistemdeki bozuklukların ve arızaların kaynağının

kendi egoist ve bencil tercihlerinden kaynaklandığını görmüyorlardı

herkes şikayetçiydi

bir şeyler daha onurlu olsun istiyorlardı

ama kendileri onurlu davranmıyorlardı

zayıftılar çünkü

zaaflıydılar

bu zaaf ve zayıflıklar onların çaresizliğiydi

dostluk istiyorlardı ama kendileri dost değillerdi kimseye

samimiyet istiyorlardı ama kendilerinde zerre samimiyet yoktu

zenginliği ve mutluluğu hep maddi karşılıklarla ifade ettiler

maddi dünyanın zevklerinde aradılar ve onlarla avunmaya çalıştılar

elde edemeyince mutsuz oldular

elde etmek için türlü kılıklara maskelere büründüler

her maske taktıklarında

insanlıklarından yediklerinin farkında bile olmadılar

doymak nedir bilmediler

hep daha fazlasını istediler

ötekilerinin sahip olduklarını kıskandılar

içlerini büsbütün karanlık ve öfke sardı

kıskançlıktan yana yana kavruldular

haset ettiler

kibirlendiler

yeryüzünde işlenebilecek tüm günahları ruhlarında işlediler

çünkü ruhlarını bir karanlık sarmıştı.


bunların farkında olmaya başladığımda

ölmek istemiştim

yok olmak

hiç olmamış olmak

çünkü ben bu dünyada yaşayamazdım

anlayamıyor çözemiyor anlamlandıramıyordum

bilemiyordum ki nedir neden böyle

nereye varacak

bu insanlar için başka bir dünya olsa bile ruhlarındaki kirin arınmasını sağlamak mümkün değildi ki

insan ancak kendisi isterse değişebilir

ve herkes kendisinden sorumlu

bu gerçeği farkettim sonra

kimin ne olduğunun ne düşündüğünün ne yaşadığının bir önemi yoktu

herkes nasıl ki kendi yolunda ilerliyorsa

ben de kendi yolumda ilerlemeliydim

ben aslında tüm o bedelleri işkenceleri gözaltıları polis baskısını kendim için ödemiştim

ben seçmiştim ve seçimlerimin bedeli buydu.


bilim adamı olamadım

çok yıprandım yoruldum

hayatım ekseninden oldukça saptı

kayboldum yittim gittim

yerimi bulmam gerekiyordu ama ilk fark etmem gereken şey

içimdeki değersizlik duygusunu yenmek

ve duygusal karmaşaya bir son vermekti

hep başkalarını anladım ama kimse beni anlamadı

anlaşılmaya ne de çok ihtiyacım vardı oysa.

ama geçen zamanla daha da iyi anladım anlaşılmayı beklemeden ilerlemem gerektiğini

o nedenle

yalnızlığa mahkum olduğum gerçeğini fark ettim.


herkes kendi dağarcığı yaşam koşulları ve anlam dünyası üzerinden

kendi değerleri üzerinden algılıyor anlıyordu hayatı

ve elbette bana da bu şekilde baktıklarında

niyetlerimi değerlerimi eylemlerimi ve yaşamımı anlamaları olanaksızdı

ancak benimle bu yolda biraz ilerlemeliydiler ki

birşeyleri çözebilsinler.



ama


hep

ürkütücü oldum

korktu insanlar

çekindiler

çünkü ben

lanetlenmiş bir yerindeydim hayatın.

insanların üzerine düşünmek bile istemedikleri korkularla acılarla ve karanlıklarla yüzleşmiştim

fark etmiştim

savaşmıştım

büyük savaşlar vermiştim kendi içimde

yalnızdım artık yürüdüğüm yolda

beni döndürmeye uğraştılar

normalleşmemi istediler

dünyaya dönmemi

halbuki onlar ne kadar çoğuldular ki bu dünyada

ve onların bende gördüklerini anlamaya başladıkça

kafka nın 'metamorfoz'una uğradığımı daha da açık bir şekilde gördüm.

ve önce yalnızlığıma alışmam gerekiyordu

ve mutluluk gereksinimimi yıkmam gerekiyordu

çünkü mutluluk denilen kavram

arzu ve isteklerin bir ürünüdür

mutsuzluk ve acı da

istek ve arzularımızın gerçekleşmemesi ya da yitirilmesi durumunda ortaya çıkar

ben istek ve arzularımı anlamaya ve onları daha derin bir varoluşun istekleri ve aruzlarıyla aşmaya çalıştım

uzun yollar uzun yıllar

giderek yaklaşan bir an var

ölüm

ve ben

onurumla yaşadığım bu hayatta

inandığım güzellikler için

daha fazlasını yapmalıyım


dünya daha yaşanılır bir yer olabilir herkes için


birilerinin av birilerinin avcı olduğu bir vahşete savaşlara katliamlara suçlara sevgisizliğe nefrete öfkeye

ayrımcılığa yokluğa yoksulluğa ve acılara mahkum değiliz

ve içime yöneldim şimdi

fark ettiklerimi anlamlandırmak ve oturtmak için.

bilgeliğin erdemine ulaşmak için.

hayat devam ediyor

ve şimdilik bunlar döküldü içimden...







Oktay Çaparoğlu
26.01.2010
İzmir

3 Şubat 2010 Çarşamba

bir başkalıkta bir başka...

anlatılamaz haldeyim. kötü yada iyi anlamında değil. sadece dağarcığımda birikmiş sözcüklerim yetmez ifade etmeye hislerimi. bir garip haldeyim. gülüyorum. kızıl kandan bir çanağa dönmüş olsa da gözlerim hayata hayranlıkla ve sevgiyle bakmaya devam ediyorum.


bir başka boyut bir başka farkındalık.


bir başka duyumsayış bir başka ötelik.


kaybolduğum yerleri sevmeye başladım. karanlığın içinde ışığı görme isteği olmadan öylece ilerliyorum. ışık olduğunda da birşey değişmiyor içimde. kıpırdanış hep var. bir ölüm sessizliği değil bendeki bu izleyen, bir yıkılmışlığın, bir tereddütün bir karamsarlığın bir perişanlığın öte yanı değil durduğum yer.


bir başka farkındalık bir başka görüş.


anlamadan anlatamadan yürüyorum bir yolda ama hissediyorum varılacak güzel yerler var bu yolların bu yolculukların sonunda.


kabullendim herşeyi ve herkesi. tam orta noktasındayım tüm dengelerin.


ölüm ve yaşam arasındaki çelişki yok burada, zıtlıklar anlam taşımıyor çünkü herşey bir bütünün görüngülerinden ibaret. algılar değişse de bu gerçek değişmiyor.


nötrleştim artık. herşeyin bende yarattığı tepki ve tavır hemen hemen aynı.


bir kayıtsızlık, bir duyarsızlık değil bu bendeki ama heyecana da ihtiyacı yok içimdeki sessizliğin. her an dingin bir gövdenin içinde huzuru bulmuş bir başkalık yaşıyorum.


bir bulut geçer altında gölgelenir dağlar ve bir yağmur başlar, en derinlerine iner yerin toprağı ıslatarak kayaları döverek ama bu döngü kendi sonsuz devinimiyle devam eder durmaz hiç.


tıpkı o suların dövdüğü kayalar gibiyim. eriyorum farkındayım her damlada ve ölüme yaklaşıyorum. o ölüm benim ölümüm olacak ama devinim yine durmaksızın akmaya devam edecek.


dinginim. çelişkisiz. duraksamış.


bir acaip haldeyim.


her yer ve her şey bende eşit.


nedir bu?


içimde bir ses yükseliyor bazen. çok tehlikeli bir yanılsamada kamaşan gözlerle körleşme yaşıyor olabilirsin diyor. bir aynanın arkasına hapsolmak gibi bir tehlike, gerçekliğin dünyasından kopuyorsun diyor bana ama kopmuyorum içindeyim gerçekliğin. yıllar öncesindeki bana geri döndüm ama bu kez farklı. hiçbirşeye kızmıyor öfkelenmiyorum hiçbirşeye öyle bir yüksekten bakmıyor ve abartılı sevinmiyorum. övgüler de yergiler de aynı geliyor hislerim etten kalın bir duvar örmüş gibi. dokunuyor bana ama sadece yumuşak bir geçişi yaşıyorum.


ve başka bir ses diyor ki, sus... konuşma... anlatma... daha yolun var önünde... karanlıkta da olsan ilerlemeye devam et... bulacağın, göreceğin, tadacağın, yaşayacağın birşey kalmadı ardında bıraktığın aydınlıkta... yanılgıların esaretinde kaldın... sana sunulan sınırlı zamanın, enerjinin ve potansiyelin ayırdımına varamadan heba ettin birçok şeyi, bir çok kez, ders bile çıkarmadın ve aynı çukurlarda tekrar tekrar tökezledin. hayatı, bir başka bilinçle görmek, algılamak ve yaşamak derdindeydin, yalnızdın, tektin, ve şimdi o yolda ilerliyorsun.... başaracaksın, göreceksin o başkalığını yalnızlığında bu yanılsama dolu gerçekliğin. sus... konuşma... anlatamazsın... anlayacak kimse yok seni, sen kendini anlayamazken ve bu kadar derinleşmişken, senin kadar derinleşmeyenlerin senin nerede durduğunu sana söylemesini nasıl beklersin? gafil olma, aptallaşma, devam et yolunda. körsün. tüm hislerin,

algıların kör... bildiğin herşey burada bir hiçliğin kara deliği tarafından soğuruldu. yeniden anlamlandıracaksın herşeyi. geri dönmeye kalkarsın konuşursan, tereddütler yaşarsın, ikiliğe düşersin, kararlılığın yiter, içinde ölüme kardeş bir huzur var ama yaşıyorsun ve içindesin hayatın ve giderek daha fazla giriyorsun içine ama karanlık bir yol var önünde, hayat senin içinde. yaşama bu ikilemileri, kafanda yeni kaygılar filizlenmesin, yeni çatışmalar, kendini karanlığa teslim et, içindeki, herşeye teslim ol, acı çeken, yalnızlıktan içi yanan benliğine teslim ol ki onu anla ki bu yürüyüşte, aklını çelmesin seni yıkamasın geçmişinden birikip birikip kalan kirli bulanık sularda yıkanan bedeni ruhunun... sus! konuşma! anlatma! sadece yaşa! sadece yürü! korkuların kalmadı, çatışmaların yok. yeniden dönme, girdaplarla dolu bataklıklarda debelendiğin zamanlara. o zamanların derslerinden öğrendiğin herşey seni buraya getirdi artık oraya dönmene gerek yok. yürü oktay! sadece yürü. bilinmezliklere, belirsizliklere, karanlığın kaygılandıran çıkışsızlığına aldanmadan yürü. herşeyi hissediyorsun en derinden ve sezgilerin herşeyi farkediyor. farkındalığının farkında değilsin çünkü daha su yüzüne çıkmadı hiçbirşey o yüzden bu bocalamaların o yüzden dökemeyişin kelimelere....


yolların sonunda ulaşacağın yer değil yolculuktur aslolan... durma oktay... ölüm ve hayat arasındaki ince çizgide ilerle. varacağın yer yok... kendini arıyorsun kendi anlamını...


yürü!


ama sus...


anlaşılmayı bekleme...


ve devam et!





diyor bana....




ama çelişki yaşamıyorum tüm bunlara rağmen.


bazen büyük başağrıları eşlik ediyor anlam veremediğim dilini bilmediğim iç seslerime....


nötr ve eşit herşey bende...


anlam veremediğim halde seviyorum bu eşitliği bu nötrlüğü.


anlayabildin mi sen?


herkes ve herşey benim kardeşim.


ben herşeyde ve herkesteyim.


içimde büyüyen okyanus o kadar sakin ki, kendi doğasına ters sanki.


ama uzaktan bakıldığında okyanuslar ne de durgun görünür değil mi?


yanardağlar patlıyor yüreğimde ama çok hafif depremlerle geçiştiriyor farkındalığım.


kaybolmuş gibiyim.


kendimde bir dünyada yalnızım.


bir başka yalnızlık.


kendimde bir güneşim var.


yalnız bana vuran bir gün.


karanlık bir ışığı taşıyor bilincim.


karanlık sanki sadece bir örtüsü aydınlığın.


herşey nasıl da içiçe.


sözcüklerim yetmez anlatmaya ne haldeyim.


bir aşkın ölümcül sanrılarında açılan perdeler

ve o perdelerin ardında manzasında baş döndüren

sonsuzluğun özlemidir bendeki.


anlayabildin mi?


ne haldeyim ben?




Oktay Çaparoğlu

13.01.2010

İzmir


16 Aralık 2009 Çarşamba

aşk üzerine doğaçlamalar...

aşk üzerine doğaçlamalar...


erkek ve kadın diye bir ayrım yoktur aslında.

her kadın bir parça erkek, her erkek bir parça kadındır.

bir anne ve babadan olduk her ikisinin de genlerini taşımaktayız.

içimizdeki erkek ve kadını dengeleyebilseydik, birini bastırmaya diğerini yükseltmeye çalışmasaydık belki daha farklı olacaktı.

mülkiyet gibi bir aşk anlayışına sahip olmak yani aşka sahip olmak aslında aşkın doğasına aykırıdır.

kaybedilecek yada kazanılacak bir kale bir arsa bir servet değildir aşk.

iki kişi iken herkesin kendi payına düşeni yaşayıp zenginleştirdiği uçarı ve uçta kalan duygulardır.

mantığın dizginlerini parçalar duyguları altüst eder büyük bir enerjiyle bedenden ruha ruhtan bedene doğru akar durur.

aşk bir belirsizliğin olasılıklar ve olasılıksızlıklarının toplamıdır.


aşk özgürdür.

özgürlük aşktır.

zorunluluğun duvarlarını yıkar aşk, hesapların ayrıntılarda takılıp kalmaların planların tasarımların ona direnemeyeceği güçlü dalgalı bir okyanustur.

alabora eder onun üstünde egemenlik kurmak isteyeni.

büyük bir yangındır. eşitlikçidir. kime çarpacağı belli olmaz. nereye varacağı ne kadar süreceği. yaktığı herşeyi birbirine benzeştirir.

şiddetle yağan yağmurun birikintileriyle büyüyen bir sel gibidir. taşar, kabarır yıkar bazen ama dinginleşip durulur ara ara ve yeniden devinir bir nehrin bir denize varana dek aktığı yatağında hareket ettiği gibi hareket eder.

aşk...

insanda bir yitiklik duygusuna, anlamsızlığın derin dipsiz boşluğuna ve ölümün bilinmezliğinin ürpertisine bir meydan okumadır.

aşk insanın kendi anlamını arayışının anahtarıdır.

derinleştikçe kendinde kendini yeniden yaratan insanın yolculuğudur.

gerçeğin çarpıtılması algıların farklılaşması durumudur aşk.

tüm referans noktalarının kül zerrelerine döndüğü tüm paradigmaların sarsıldığı bir karmaşadır, kaostur anarşik bir doğaya sahiptir aşk.

hem bencildir hem egoist hem de bir o kadar özgeci ve hümanist.

aşk bir çelişkidir.

şiirsel bir ezgi ve sonsuzluğun serenadıdır.

aşk sevgiliye duyulan her duygunun tek tek toplamından fazlasıdır.

aşk kendini aşmak ve küllerinden doğmaktır.

yandıkça acıdıkça kanadıkça anlamak, çözmek ve bu süreçte kendi kendinle büyük ve amansız bir savaş vermektir.

aşk,

bir başka dünyanın etki-tepki
yasasıdır.

o dünyaya gitmeyen bu yasayı çözemez.

ve aşksız bir yürek,

hayatın gizeminin devinen akışına benliğini katamaz.

aşkla oldu herşey

sevgiyle çoğaldı....

aşk...

her biri kendi dalında açıp güneşi izleyen günebakan çiçeklerinin sevdası gibidir.

hareketsizliğin hareketi, düşsüzlüğün düşü, ölümün yaşam bulmasıdır.

ve yaşamın kendi anlamını ölümsüzlüğünde diriltmesidir.

ve aşk,

tüm bunlardan çok daha fazlasıdır.

hem de çok çok fazlası...


zamansızlıktır.

zıtlıkların en çatışmacı haliyle yaşanırken kolkola girmişliğidir.

kararlı bir kararsızlık, kararsız bir kararlılık durumudur.... Daha Fazlası...

aynı anda olamayacak iki şeyin aynı anda birden bire gerçekleşmesi durumudur.

farkındalığın farkedilmezliğinin farkına varmaktır.

iki kişilik bir bencilliğin bir tek kişide yaşanan özgeciliğidir.

dünyanın ve evrenin dışlanması ve aynı zamanda içeri alınmasıdır.

herşeyden azade ve ayrık herşeyin üstünde ve herşeye içkin bir varoluştur.

aşk bir karmaşadır dengesizliktir...

ve dengeyi arayan ruhun bitmek bilmez, sonu olmayan bir yolda büyük ve hızlı adımlarla koşarcasına ilerlemesidir.


Oktay Çaparoğlu
05.12.2009
İzmir....

AŞK?

AŞK?


Aşk?
Üzülmelere ne gerek var.
Yaşanırsa iki kişiliktir
Ama dünyasında düşlerin
Yoktur zaten karşılığı.
Anlamlar gezinir durur gülümseyen gözlerine yansıyan
Ve acılarını bile severesin
En sevdiğin, yangınında acısıyla kıvrandığın sevgiliden
Bir yankıdır ateşten dumana dönüşen isli siyahi izler.
Parlak parlak kaynayan denizlere vuran gün izidir yüreğindeki
Ve sen,
O güneşin yangınına düşersin.
Güneş bir aşkla yanar durur içinde
Sen yanar durursun güneşinin içinde.
Yanması bile ne hoş.
Ağlaması.
Döktüğün yaşların boğazına düğümlenen sancısında
Duyguların yanardönerliği sarmışken aşka teslim bedenini
Farkedersin
Aşk sende
Aşk,
Bir bilinmez yangında tutsak yüreğinde
Sen aşkla bir bütün bir başka kendiliğin her yana sıçrayan alevi oluverirsin
Çünkü aşk dediğin şey
Bitmek bilmez arayışlarında
Susmak bilmez talepkarlılığında bekleyişlerinin
Bir yudum suya hasret kalmış olan
Sensin...


Oktay Çaparoğlu

03.12.2009
İzmir

'GAVUR İZMİR' Onurumuzdur, 'FAŞİST İZMİR' Utancımız...

'GAVUR İZMİR' Onurumuzdur, 'FAŞİST İZMİR' Utancımız...


Yine bir Türkiye klasiği yine bir ilginçlikler tragedyası.

Değerli medyamız 'OLAYLARA KARIŞAN DTP' başlığıyla haberleştirirken sandım ki DTP liler bir yerlerde birşeyleri protesto ederken ortalık yakılıp yıkılmış ama meğer yine aynı senaryo, saldırıya uğrayan KÜRT, HRİSTİYAN, ALEVİ, SOLCU, HAK ARAMA EYLEMİNDEKİ EMEKÇİ ya da dindar olduğunda medyamız aynı şeyi hep tekrarlıyor.

Sivas Olayları olduğunda YAKANLAR vatandaş, eylemleri ise AZİZ NESİN PROVOKASYONUNA VATANDAŞ TEPKİSİ olarak yorumlanmıştı.

Kürt kökenli yurttaşlarımız AHMET KAYA TİŞÖRTÜ GİYDİĞİ ya da KÜRTÇE konuştuğu için LİNÇ edildiğinde yine VATANDAŞ TEPKİSİ olarak değerlendirilmişti faşist eğilimli saldırılar.

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkmak isteyen EMEKÇİ VE İŞÇİLERE, 'Vatandaşı rahatsız ediyorlar' denilmişti.

Hep resmi ideolojinin ve egemen TÜRK-İSLAM sentezine dayalı LAİKÇİ anlayışın hegemonyası üzerinden yaratılmış bir algı ile değerlendirmeye çalışıyor MEDYAMIZ olguları ve gerçekleri.

Hal böyle olunca da EN FAKİR BATI İLİNİN EN FAKİR DOĞU İLİNDEN 13 KAT DAHA ZENGİN olduğu ülkemizde BATIDAKİ insanın algısı da buna göre biçimleniyor.

Ama bir gariplik daha var ki DEMOKRAT İNSANLARIYLA övünen bir şehirde BEYAZ TÜRKLERİN FAŞİZAN ÇIĞLIKLARI VE ŞİDDETLERİ yükseliyor Kürtlere karşı.

Bir zamanlar kendi topraklarından sökülüp atılan insanlar(yani göçmenler, muhacirler) FIRAT'IN DOĞUSUNDA olan olayları anlayıp empati kurmak yerine tıpkı tarihleri boyunca zulme sürgüne ve katliamlara uğrayan YAHUDİLER gibi davranıyorlar. Yahudiler nasıl ki SİYONİZMİN POLİTİK UYGULAMALARINA prim vererek Filistinlilere çektirilen acılara duyarsız kalmaları ya da ortak oluyorlarsa GÖÇMENLER de bu ülkede farklılıkları imha etmeye kalkan, asimilasyon ve zorunlu göç uygulamalarıyla yoketmeye sindirmeye çalışan, yasakçı ve farklılıkları tehdit olarak algılayan resmi ideolojinin algısıyla ülkemizde yanlış politikalara destek oluyorlar..

Alman Faşizminin aşağılık ve barbar yöntemlerle katlettiği Yahudiler, uluslararası bir KOMPLO ile kurulan İSRAİL devleti ile SİYONİST POLİTİKALAR yürüterek bölgedeki insanlara büyük acılar yaşattılar. Bu yaşatılan acılar Yahudiler açısından sanki bir nevi geçmişin bir dışavurumuy ve intikamı idi.

1912-13 Balkan Savaşları sonrasında Balkanlardaki ETNİK temelde örgütlenen çetelerin ve İttihatçıların birbirilerine dönük giriştikleri saldırılar sonrasında artık oradaki Müslümanların ve Hristiyanların birarada yaşama şansı kalmamıştı ve uluslararası bir kararla MÜBADELE uygulandı Anadoludaki HRİSTİYANLAR ile Balkanlardaki MÜSLÜMANLAR yer değiştirdiler.

Büyük acılar yaşandı işin özü bölgede çok ciddi etnik çatışmalar yoktu ama uluslararası güç dengelerinin değişmesinden ötürü parçalanmakta olan bir imparatorluktan PAY KAPMA çabasının bir ürünü olarak bu gerçeklik ortaya çıktı. Anadolu'da İTTİHATÇILARIN kışkırtmaları ve örgütlemeleriyle HRİSTİYANLAR sistemli olarak YOKEDİLMEYE ÇALIŞILIRKEN Balkanlarda da TÜRK VE MÜSLÜMAN AZINLIKLAR ateş hattının ortasında kaldılar. Ve artık MÜBADELE kaçınılmaz bir son idi.

Göçmen yada MUHACİR dediğimiz insanlar özellikle EGE bölgesinde Marmara'da ve Doğu Anadolu Bölgesinde iskan ettirildiler. Yoğunluk elbetteki EGE BÖLGESİ ve İzmir'de idi.

Geçmişin ayrımcılığının ve etnik-dinsel ayrışmasının bedelini topraklarından evlerinden koparılarak ödeyen GÖÇMENLER nedense bu ülkede YERLEŞİK BİR TOPLUM olan KÜRT ULUSUNA karşı TÜRKÇÜ hissiyatlarla derin ve köklü bir düşmanlık da geliştirdiler.

İzmir, KÜRT DÜŞMANLIĞININ VE TÜRK-KÜRT ETNİK AYRIŞMASININ ciddi bir güç kazandığı BEYAZ TÜRKLERİN ŞEHRİ haline gelmeye başladı zaman içerisinde.

BUDUNCULAR, DTO(DÜNYA TÜRK OLSUN) HAREKETİ, TÜRKÇÜ TAVIR gibi KAFATASÇI IRKÇILIĞIN örgütlendiği bir ALAN haline geldi.

Ve göçmenler ciddi bir oranda bu anlayışlara prim verdiler.

CUMHURİYET DEĞERLERİNİN SAHİPLENİLMESİ anlamında İZMİR in tarihi aslında pek de parlak değil.

MENEMEN olayları, izmir Suikasti gibi olaylar, FETHİ OKYAR'ın İzmir Mitinginde CUMHURİYETE KARŞI AYAKLANMA provasına dönüşen olaylar çabuk unutulmuşa benziyor.

Genel algı CUMHUİYETE KARŞI KÜRTLER VE İSLAMCILAR HEP KOMPLO KURDULAR YIKICI FAALİYETLERE GİRİŞTİLER gibi bir ÖNERMEYE sahiptir ama aslında bu önerme gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır.

Cumhuriyet döneminde dahi İZMİR dahil ülkenin birçok BATI ilinde ciddi muhalefet ve tepkiler vardı dönemin uygulamalarına karşı ama RESMİ TARİH daha çok KÜRTLERİN VE İSLAMCILARIN üzerinden bir karalama-yalan tezlerle dolu olduğu için bu algı kesin bir kabul gördü.

Belleksiz bir toplum olduğumuz gerçeğini bilmeyenimiz yoktur.
Ve İZMİR, bir yandan TÜRKİYE'nin genel gerçekliğine çok uzak bir AVRUPAİ havaya sahipken öte yandan bu durumla tutarsızlıklar taşıyan bir yapıya sahip.

Elbette yine gündeme FIRATIN DOĞUSU VE BATISI İÇİN CUMHURİYET REJİMİNİN NE ANLAMA GELDİĞİ sorusu geliyor.

İnsanlarımız olayları NEDENSELLİK BAĞI KURARAK, ETKİ-TEPKİ YASASI üzerinden anlamak yerine sistemin ve resmi ideolojinin sunduğu biçimiyle algılayıp değerlendirmeyi tercih ediyorlar ve bu durumda HABUR SINIR KAPISINDAN GİRİŞ YAPAN 34 PKK LİNİN KARŞILANMASI İÇİN ORADA 1 MİLYON KÜRDÜN OLMASInı dahi denklemlerinde bir yere oturtamıyorlar.

1 Milyon Kürt 34 'TERÖRİST(!)' İ karşılamaya gittiyse BUNLAR KANDIRILMIŞ TERÖRİSTLERDİR, PKK AYRI KÜRT AYRIDIR gibi söylemlerin tartışmaya açılması zorunluluğu doğuyor ama genel şablonlar bu algıyı şöyle değiştiriyor;

PKK DE KÜRT DE AYNIDIR BUNLARIN HEPSİ TERÖRİSTTİR VE CUMHURİYET DÜŞMANIDIR BÖLÜCÜDÜR ÖYLEYSE HAKKINDAN GELİNMELİDİR...

Aslında nasıl algılaması gerekirdi?

BU İNSANLARI BİZ KANDIRILMIŞ OLARAK DÜŞÜNMÜŞTÜK, KÜRTLERİN ASLINDA ZORUNLU OLARAK DESTEK VERDİKLERİNİ AMA TERÖRÜ İSTEMEDİKLERİNİ DÜŞÜNÜYORDUK AMA GÖRDÜK Kİ ORTADA BİZİM ALGILARIMIZI AŞAN BİR REALİTE VAR. BU SORUNUN ÜSTÜNE YENİDEN DÜŞÜNMELİYİM ÇÜNKÜ BU KONUDA BİLDİĞİM HERŞEY SORUNLU VE BÜTÜNÜ ANLAMAMA YARDIMCI OLMUYOR...

Ama elbetteki bu algının oluşabilmesi için IRKÇI referanslarla değil İNSANİ VE TARİHSEL yönüyle sürece bakmayı başarmak gerekiyor.

Birçok konuda TABULARIN YIKILDIĞI ŞEHİR olan, GAVURLUKLA itham edilen ve bu yönüyle GURURUMUZ olan İzmir, DTP KONVOYU SALDIRISIYLA zirve yapan FAŞİZANLIĞIYLA da UTANCIMIZ olmuştur.

Yahudilerin ARAP FİLİSTİNLİLERE LÜBNANLILARA VE BÖLGE HALKINA VE HATTA DÜNYA HALKLARINA DÖNÜK SİYONİST POLİTİKALARA DESTEK olması gibi GÖÇMENLERin de kendi geçmişlerinde yaşadıkları acıları unutup KÜRT HALKINA dönük böylesi bir algıyla FAŞİZAN-IRKÇI-ŞİDDET dolu duygular içinde olması büyük bir acı ve TALİHSİZLİKTİR.

BULGARİSTAN DA YUNANİSTAN DA Türk ve Müslüman azınlıkların yaşadıklarının kat be kat fazlasını yaşayan Kürtleri en çok desteklemesi gereken GÖÇMENLER egemen-resmi ideolojinin çizdiği hatta ilerlemeyi yeğleyerek aslında TARİHSEL BİR UTANCA neden oluyorlar.

Bir trajedi ve AYRIŞMA yaşanmak üzere ve bunun önüne FARKLILIKLARA SAYGI VE BİRLİKTE YAŞAM İÇİN EŞİT-ÖZGÜR-ADİL-GÖNÜLLÜ VE ONURLU BİR BİRLİĞİ savunarak geçilebilir.

Hayatları boyunca belki ağzına KÜFÜR BİLE almamış İZMİRLİ KIZLARIN ellerinde taşlarla mazlum bir halka FAŞİSTÇE SALDIRMASIYLA değil.

Sevgiyle kalınız.

Oktay Çaparoğlu
26.11.2009

TÜRKLÜĞÜMDEN UTANMAK İSTEMİYORUM ARTIK...

TÜRKLÜĞÜMDEN UTANMAK İSTEMİYORUM ARTIK...

http://www.yenitoplum.org/ytp/yazar.asp?yaziID=116



UTANDIRILDIM YİNE...

TÜRKÇÜLERİN TÜRKÇÜLEŞTİRME ÇABALARINDAN ÖVGÜYLE SÖZEDİLMESİNDEN ÖTÜRÜ.

KATLİAMLARIN TARİHİMİZİN TRAJEDİLERİNİN VE KARA LEKELERİNİN BİR MARİFET GİBİ SUNULMASINDAN ÖTÜRÜ UTANDIM.


ÇANAKKALE SAVAŞI NE İDİ?

VİETNAM SAVAŞINDA ÖLEN ABD'Lİ ASKERLER DE YURTTAŞLARININ GÖZÜNDE KUTSAL BİR DAVA İÇİN SAVAŞTILAR AMA ÖZÜNDE EMPERYALİST BİR PAYLAŞIM SAVAŞININ ARENASINDAN ÖTE NE İDİ? YÜZBİNLERCE YOKSUL EMEKÇİ İNSAN BURJUVALARININ VE İKTİDARLARININ ÇIKARLARI İÇİN ÖLÜME GÖNDERİLİRKEN İTTİHATÇILAR KAYBEDİLEN TOPRAKLARI GERİ ALMA HESAPLARI İLE ALMANYA İLE İTTİFAK KURARKEN EMPERYAL NİYETLERLE GİRDİKLERİ BİR SAVAŞTA ÖLMESİ İNSANLARIN BİR TRAJEDİ DEĞİL MİDİR?

SAVAŞ, YAĞMA, İŞGAL VE ŞİDDET ÜZERİNE KURULU BİR DÜNYA SİSTEMİNDE, İKTİDARLARIN HEGEMONYA VE KAYNAKLARI ELE GEÇÖİRME MÜCADELESİNDE ÖLMENİN NERESİ KUTSAL?

İNSANLARIN DİLİNİ KİMLİĞİNİ KÜLTÜRÜNÜ VARLIĞINI YOKSAYARAK ONLARI ASİMİLE ETMEYE KALKARKEN ÇÖZÜM OLARAK TOPLU İMHA ETMEYE KALKMANIN NERESİ KABUL EDİLEBİLİR?

ANALARIN GÖZYAŞLARINA ZERRE SAYGISI OLMAYANLARA ANALAR GEREKEN YANITI VERMELİDİR.

NASIL OLSA YOKSUL EMEKÇİ İNSANLARIN KADINLARI SİZİN ZENGİNLİĞİNİZ ŞATAFATINIZ İKTİDARINIZ İÇİN ÖLMEYE HAZIR ÇOCUKLAR DOĞURUYOR DEĞİL Mİ? GÖZYAŞLARININ DA ÇOCUKLARININ AKAN KANLARININ DA BİR ÖNEMİ YOK SİZİN İÇİN.

YETER Kİ HARAMİ SALTANATINIZ DEVAM ETSİN YETER Kİ İMTİYAZLARINIZA DOKUNULMASIN.

DERSİMDE AĞRIDA GÜNEYDOĞU İLLERİNDE YÜZ YILDIR SÜREN ACI OLAYLARA BU GÖZLERLE BAKABİLENLER KENDİLERİNE NASIL OLUYOR DA DEMOKRATIM DİYEBİLİYORLAR?

ARTIK YETER.

VİCDANINI VE İNSANLIĞINI TÜKETMİŞLİĞE BİR SON.

AKAN KANA KAYITSIZ KALAN İNSANLIKDIŞI IRKÇI BARBARLIĞA BİR NİHAYET OLSUN.

KARDEŞLİĞİN VE BERABERLİĞİN FARKLI RENKLERDEKİ GÜLLERİ GİBİ OLSUN ÜLKEMİZ.

VE FAŞİZMİN KARANLIK YÜZÜNE BİR TOKAT GİBİ İNSİN YARALI YÜREKLERİN GÜÇLÜ VE ÖRGÜTLÜ HAYKIRIŞI.

SEVGİDEN GEÇER HAYATIN YOLLARI...

SAVAŞ, ERKEKSİ BİR KARANLIK VE ÖLÜMDÜR NEDENSİZ AMAÇSIZ VE AMANSIZ...

UTANDIRMAYIN BENİ TÜRKLÜĞÜMDEN...

UTANMAK İSTEMİYORUM.

BİR TÜRK OLARAK TÜM FARKLILIKLARLA EŞİT YURTTAŞLIK HAKKI TEMELİNDE BERABER YAŞAMAK İSTİYORUM. HEPİMİZ İNSANIZ VE ACILARDAN BESLENEN VAMPİRLERE DUR DİYEBİLMEYİ BAŞARMALIYIZ.

SEVGİYLE...

VE İNSAN OLMA ERDEMİYLE...


Oktay Çaparoğlu
12.11.2009

KIŞIN BAĞRINA VURAN ŞİİR

KIŞIN BAĞRINA VURAN ŞİİR

ZAMANSIZ GELİYOR ÖLÜM.
VE BU GİDİŞ DE ZAMANSIZ.
BİR ZAMANSIZLIĞA TERKETTİM BAHARLARIMI,
VE ÖMRÜM ARTIK BİR KIŞ...
YİTİK BAHARLARDAN ÇEVİRDİM YOLUMU BEYAZINA KARLARIN
VE SUSKUNLUĞUMLA BESLEDİM ACILARIMIN YANGININI.
VE ARTIK KIŞ.
SOĞUYACAK İÇİM.
ÖLÜM KARASI BİR KAR BEYAZINDA BULUTLAR TEPELERİ KUŞATMIŞKEN...
VE GÜLÜMSEYEN GÖZLERİMDE BİLİNMEZLİĞİN ÇİZGİLERİ VAR.
SUSUYORUM.
ÖLÜM
TATLI
BİR
TÜRKÜDÜR...


Oktay Çaparoğlu
27.10.2009