16 Aralık 2009 Çarşamba

aşk üzerine doğaçlamalar...

aşk üzerine doğaçlamalar...


erkek ve kadın diye bir ayrım yoktur aslında.

her kadın bir parça erkek, her erkek bir parça kadındır.

bir anne ve babadan olduk her ikisinin de genlerini taşımaktayız.

içimizdeki erkek ve kadını dengeleyebilseydik, birini bastırmaya diğerini yükseltmeye çalışmasaydık belki daha farklı olacaktı.

mülkiyet gibi bir aşk anlayışına sahip olmak yani aşka sahip olmak aslında aşkın doğasına aykırıdır.

kaybedilecek yada kazanılacak bir kale bir arsa bir servet değildir aşk.

iki kişi iken herkesin kendi payına düşeni yaşayıp zenginleştirdiği uçarı ve uçta kalan duygulardır.

mantığın dizginlerini parçalar duyguları altüst eder büyük bir enerjiyle bedenden ruha ruhtan bedene doğru akar durur.

aşk bir belirsizliğin olasılıklar ve olasılıksızlıklarının toplamıdır.


aşk özgürdür.

özgürlük aşktır.

zorunluluğun duvarlarını yıkar aşk, hesapların ayrıntılarda takılıp kalmaların planların tasarımların ona direnemeyeceği güçlü dalgalı bir okyanustur.

alabora eder onun üstünde egemenlik kurmak isteyeni.

büyük bir yangındır. eşitlikçidir. kime çarpacağı belli olmaz. nereye varacağı ne kadar süreceği. yaktığı herşeyi birbirine benzeştirir.

şiddetle yağan yağmurun birikintileriyle büyüyen bir sel gibidir. taşar, kabarır yıkar bazen ama dinginleşip durulur ara ara ve yeniden devinir bir nehrin bir denize varana dek aktığı yatağında hareket ettiği gibi hareket eder.

aşk...

insanda bir yitiklik duygusuna, anlamsızlığın derin dipsiz boşluğuna ve ölümün bilinmezliğinin ürpertisine bir meydan okumadır.

aşk insanın kendi anlamını arayışının anahtarıdır.

derinleştikçe kendinde kendini yeniden yaratan insanın yolculuğudur.

gerçeğin çarpıtılması algıların farklılaşması durumudur aşk.

tüm referans noktalarının kül zerrelerine döndüğü tüm paradigmaların sarsıldığı bir karmaşadır, kaostur anarşik bir doğaya sahiptir aşk.

hem bencildir hem egoist hem de bir o kadar özgeci ve hümanist.

aşk bir çelişkidir.

şiirsel bir ezgi ve sonsuzluğun serenadıdır.

aşk sevgiliye duyulan her duygunun tek tek toplamından fazlasıdır.

aşk kendini aşmak ve küllerinden doğmaktır.

yandıkça acıdıkça kanadıkça anlamak, çözmek ve bu süreçte kendi kendinle büyük ve amansız bir savaş vermektir.

aşk,

bir başka dünyanın etki-tepki
yasasıdır.

o dünyaya gitmeyen bu yasayı çözemez.

ve aşksız bir yürek,

hayatın gizeminin devinen akışına benliğini katamaz.

aşkla oldu herşey

sevgiyle çoğaldı....

aşk...

her biri kendi dalında açıp güneşi izleyen günebakan çiçeklerinin sevdası gibidir.

hareketsizliğin hareketi, düşsüzlüğün düşü, ölümün yaşam bulmasıdır.

ve yaşamın kendi anlamını ölümsüzlüğünde diriltmesidir.

ve aşk,

tüm bunlardan çok daha fazlasıdır.

hem de çok çok fazlası...


zamansızlıktır.

zıtlıkların en çatışmacı haliyle yaşanırken kolkola girmişliğidir.

kararlı bir kararsızlık, kararsız bir kararlılık durumudur.... Daha Fazlası...

aynı anda olamayacak iki şeyin aynı anda birden bire gerçekleşmesi durumudur.

farkındalığın farkedilmezliğinin farkına varmaktır.

iki kişilik bir bencilliğin bir tek kişide yaşanan özgeciliğidir.

dünyanın ve evrenin dışlanması ve aynı zamanda içeri alınmasıdır.

herşeyden azade ve ayrık herşeyin üstünde ve herşeye içkin bir varoluştur.

aşk bir karmaşadır dengesizliktir...

ve dengeyi arayan ruhun bitmek bilmez, sonu olmayan bir yolda büyük ve hızlı adımlarla koşarcasına ilerlemesidir.


Oktay Çaparoğlu
05.12.2009
İzmir....

AŞK?

AŞK?


Aşk?
Üzülmelere ne gerek var.
Yaşanırsa iki kişiliktir
Ama dünyasında düşlerin
Yoktur zaten karşılığı.
Anlamlar gezinir durur gülümseyen gözlerine yansıyan
Ve acılarını bile severesin
En sevdiğin, yangınında acısıyla kıvrandığın sevgiliden
Bir yankıdır ateşten dumana dönüşen isli siyahi izler.
Parlak parlak kaynayan denizlere vuran gün izidir yüreğindeki
Ve sen,
O güneşin yangınına düşersin.
Güneş bir aşkla yanar durur içinde
Sen yanar durursun güneşinin içinde.
Yanması bile ne hoş.
Ağlaması.
Döktüğün yaşların boğazına düğümlenen sancısında
Duyguların yanardönerliği sarmışken aşka teslim bedenini
Farkedersin
Aşk sende
Aşk,
Bir bilinmez yangında tutsak yüreğinde
Sen aşkla bir bütün bir başka kendiliğin her yana sıçrayan alevi oluverirsin
Çünkü aşk dediğin şey
Bitmek bilmez arayışlarında
Susmak bilmez talepkarlılığında bekleyişlerinin
Bir yudum suya hasret kalmış olan
Sensin...


Oktay Çaparoğlu

03.12.2009
İzmir

'GAVUR İZMİR' Onurumuzdur, 'FAŞİST İZMİR' Utancımız...

'GAVUR İZMİR' Onurumuzdur, 'FAŞİST İZMİR' Utancımız...


Yine bir Türkiye klasiği yine bir ilginçlikler tragedyası.

Değerli medyamız 'OLAYLARA KARIŞAN DTP' başlığıyla haberleştirirken sandım ki DTP liler bir yerlerde birşeyleri protesto ederken ortalık yakılıp yıkılmış ama meğer yine aynı senaryo, saldırıya uğrayan KÜRT, HRİSTİYAN, ALEVİ, SOLCU, HAK ARAMA EYLEMİNDEKİ EMEKÇİ ya da dindar olduğunda medyamız aynı şeyi hep tekrarlıyor.

Sivas Olayları olduğunda YAKANLAR vatandaş, eylemleri ise AZİZ NESİN PROVOKASYONUNA VATANDAŞ TEPKİSİ olarak yorumlanmıştı.

Kürt kökenli yurttaşlarımız AHMET KAYA TİŞÖRTÜ GİYDİĞİ ya da KÜRTÇE konuştuğu için LİNÇ edildiğinde yine VATANDAŞ TEPKİSİ olarak değerlendirilmişti faşist eğilimli saldırılar.

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkmak isteyen EMEKÇİ VE İŞÇİLERE, 'Vatandaşı rahatsız ediyorlar' denilmişti.

Hep resmi ideolojinin ve egemen TÜRK-İSLAM sentezine dayalı LAİKÇİ anlayışın hegemonyası üzerinden yaratılmış bir algı ile değerlendirmeye çalışıyor MEDYAMIZ olguları ve gerçekleri.

Hal böyle olunca da EN FAKİR BATI İLİNİN EN FAKİR DOĞU İLİNDEN 13 KAT DAHA ZENGİN olduğu ülkemizde BATIDAKİ insanın algısı da buna göre biçimleniyor.

Ama bir gariplik daha var ki DEMOKRAT İNSANLARIYLA övünen bir şehirde BEYAZ TÜRKLERİN FAŞİZAN ÇIĞLIKLARI VE ŞİDDETLERİ yükseliyor Kürtlere karşı.

Bir zamanlar kendi topraklarından sökülüp atılan insanlar(yani göçmenler, muhacirler) FIRAT'IN DOĞUSUNDA olan olayları anlayıp empati kurmak yerine tıpkı tarihleri boyunca zulme sürgüne ve katliamlara uğrayan YAHUDİLER gibi davranıyorlar. Yahudiler nasıl ki SİYONİZMİN POLİTİK UYGULAMALARINA prim vererek Filistinlilere çektirilen acılara duyarsız kalmaları ya da ortak oluyorlarsa GÖÇMENLER de bu ülkede farklılıkları imha etmeye kalkan, asimilasyon ve zorunlu göç uygulamalarıyla yoketmeye sindirmeye çalışan, yasakçı ve farklılıkları tehdit olarak algılayan resmi ideolojinin algısıyla ülkemizde yanlış politikalara destek oluyorlar..

Alman Faşizminin aşağılık ve barbar yöntemlerle katlettiği Yahudiler, uluslararası bir KOMPLO ile kurulan İSRAİL devleti ile SİYONİST POLİTİKALAR yürüterek bölgedeki insanlara büyük acılar yaşattılar. Bu yaşatılan acılar Yahudiler açısından sanki bir nevi geçmişin bir dışavurumuy ve intikamı idi.

1912-13 Balkan Savaşları sonrasında Balkanlardaki ETNİK temelde örgütlenen çetelerin ve İttihatçıların birbirilerine dönük giriştikleri saldırılar sonrasında artık oradaki Müslümanların ve Hristiyanların birarada yaşama şansı kalmamıştı ve uluslararası bir kararla MÜBADELE uygulandı Anadoludaki HRİSTİYANLAR ile Balkanlardaki MÜSLÜMANLAR yer değiştirdiler.

Büyük acılar yaşandı işin özü bölgede çok ciddi etnik çatışmalar yoktu ama uluslararası güç dengelerinin değişmesinden ötürü parçalanmakta olan bir imparatorluktan PAY KAPMA çabasının bir ürünü olarak bu gerçeklik ortaya çıktı. Anadolu'da İTTİHATÇILARIN kışkırtmaları ve örgütlemeleriyle HRİSTİYANLAR sistemli olarak YOKEDİLMEYE ÇALIŞILIRKEN Balkanlarda da TÜRK VE MÜSLÜMAN AZINLIKLAR ateş hattının ortasında kaldılar. Ve artık MÜBADELE kaçınılmaz bir son idi.

Göçmen yada MUHACİR dediğimiz insanlar özellikle EGE bölgesinde Marmara'da ve Doğu Anadolu Bölgesinde iskan ettirildiler. Yoğunluk elbetteki EGE BÖLGESİ ve İzmir'de idi.

Geçmişin ayrımcılığının ve etnik-dinsel ayrışmasının bedelini topraklarından evlerinden koparılarak ödeyen GÖÇMENLER nedense bu ülkede YERLEŞİK BİR TOPLUM olan KÜRT ULUSUNA karşı TÜRKÇÜ hissiyatlarla derin ve köklü bir düşmanlık da geliştirdiler.

İzmir, KÜRT DÜŞMANLIĞININ VE TÜRK-KÜRT ETNİK AYRIŞMASININ ciddi bir güç kazandığı BEYAZ TÜRKLERİN ŞEHRİ haline gelmeye başladı zaman içerisinde.

BUDUNCULAR, DTO(DÜNYA TÜRK OLSUN) HAREKETİ, TÜRKÇÜ TAVIR gibi KAFATASÇI IRKÇILIĞIN örgütlendiği bir ALAN haline geldi.

Ve göçmenler ciddi bir oranda bu anlayışlara prim verdiler.

CUMHURİYET DEĞERLERİNİN SAHİPLENİLMESİ anlamında İZMİR in tarihi aslında pek de parlak değil.

MENEMEN olayları, izmir Suikasti gibi olaylar, FETHİ OKYAR'ın İzmir Mitinginde CUMHURİYETE KARŞI AYAKLANMA provasına dönüşen olaylar çabuk unutulmuşa benziyor.

Genel algı CUMHUİYETE KARŞI KÜRTLER VE İSLAMCILAR HEP KOMPLO KURDULAR YIKICI FAALİYETLERE GİRİŞTİLER gibi bir ÖNERMEYE sahiptir ama aslında bu önerme gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır.

Cumhuriyet döneminde dahi İZMİR dahil ülkenin birçok BATI ilinde ciddi muhalefet ve tepkiler vardı dönemin uygulamalarına karşı ama RESMİ TARİH daha çok KÜRTLERİN VE İSLAMCILARIN üzerinden bir karalama-yalan tezlerle dolu olduğu için bu algı kesin bir kabul gördü.

Belleksiz bir toplum olduğumuz gerçeğini bilmeyenimiz yoktur.
Ve İZMİR, bir yandan TÜRKİYE'nin genel gerçekliğine çok uzak bir AVRUPAİ havaya sahipken öte yandan bu durumla tutarsızlıklar taşıyan bir yapıya sahip.

Elbette yine gündeme FIRATIN DOĞUSU VE BATISI İÇİN CUMHURİYET REJİMİNİN NE ANLAMA GELDİĞİ sorusu geliyor.

İnsanlarımız olayları NEDENSELLİK BAĞI KURARAK, ETKİ-TEPKİ YASASI üzerinden anlamak yerine sistemin ve resmi ideolojinin sunduğu biçimiyle algılayıp değerlendirmeyi tercih ediyorlar ve bu durumda HABUR SINIR KAPISINDAN GİRİŞ YAPAN 34 PKK LİNİN KARŞILANMASI İÇİN ORADA 1 MİLYON KÜRDÜN OLMASInı dahi denklemlerinde bir yere oturtamıyorlar.

1 Milyon Kürt 34 'TERÖRİST(!)' İ karşılamaya gittiyse BUNLAR KANDIRILMIŞ TERÖRİSTLERDİR, PKK AYRI KÜRT AYRIDIR gibi söylemlerin tartışmaya açılması zorunluluğu doğuyor ama genel şablonlar bu algıyı şöyle değiştiriyor;

PKK DE KÜRT DE AYNIDIR BUNLARIN HEPSİ TERÖRİSTTİR VE CUMHURİYET DÜŞMANIDIR BÖLÜCÜDÜR ÖYLEYSE HAKKINDAN GELİNMELİDİR...

Aslında nasıl algılaması gerekirdi?

BU İNSANLARI BİZ KANDIRILMIŞ OLARAK DÜŞÜNMÜŞTÜK, KÜRTLERİN ASLINDA ZORUNLU OLARAK DESTEK VERDİKLERİNİ AMA TERÖRÜ İSTEMEDİKLERİNİ DÜŞÜNÜYORDUK AMA GÖRDÜK Kİ ORTADA BİZİM ALGILARIMIZI AŞAN BİR REALİTE VAR. BU SORUNUN ÜSTÜNE YENİDEN DÜŞÜNMELİYİM ÇÜNKÜ BU KONUDA BİLDİĞİM HERŞEY SORUNLU VE BÜTÜNÜ ANLAMAMA YARDIMCI OLMUYOR...

Ama elbetteki bu algının oluşabilmesi için IRKÇI referanslarla değil İNSANİ VE TARİHSEL yönüyle sürece bakmayı başarmak gerekiyor.

Birçok konuda TABULARIN YIKILDIĞI ŞEHİR olan, GAVURLUKLA itham edilen ve bu yönüyle GURURUMUZ olan İzmir, DTP KONVOYU SALDIRISIYLA zirve yapan FAŞİZANLIĞIYLA da UTANCIMIZ olmuştur.

Yahudilerin ARAP FİLİSTİNLİLERE LÜBNANLILARA VE BÖLGE HALKINA VE HATTA DÜNYA HALKLARINA DÖNÜK SİYONİST POLİTİKALARA DESTEK olması gibi GÖÇMENLERin de kendi geçmişlerinde yaşadıkları acıları unutup KÜRT HALKINA dönük böylesi bir algıyla FAŞİZAN-IRKÇI-ŞİDDET dolu duygular içinde olması büyük bir acı ve TALİHSİZLİKTİR.

BULGARİSTAN DA YUNANİSTAN DA Türk ve Müslüman azınlıkların yaşadıklarının kat be kat fazlasını yaşayan Kürtleri en çok desteklemesi gereken GÖÇMENLER egemen-resmi ideolojinin çizdiği hatta ilerlemeyi yeğleyerek aslında TARİHSEL BİR UTANCA neden oluyorlar.

Bir trajedi ve AYRIŞMA yaşanmak üzere ve bunun önüne FARKLILIKLARA SAYGI VE BİRLİKTE YAŞAM İÇİN EŞİT-ÖZGÜR-ADİL-GÖNÜLLÜ VE ONURLU BİR BİRLİĞİ savunarak geçilebilir.

Hayatları boyunca belki ağzına KÜFÜR BİLE almamış İZMİRLİ KIZLARIN ellerinde taşlarla mazlum bir halka FAŞİSTÇE SALDIRMASIYLA değil.

Sevgiyle kalınız.

Oktay Çaparoğlu
26.11.2009

TÜRKLÜĞÜMDEN UTANMAK İSTEMİYORUM ARTIK...

TÜRKLÜĞÜMDEN UTANMAK İSTEMİYORUM ARTIK...

http://www.yenitoplum.org/ytp/yazar.asp?yaziID=116



UTANDIRILDIM YİNE...

TÜRKÇÜLERİN TÜRKÇÜLEŞTİRME ÇABALARINDAN ÖVGÜYLE SÖZEDİLMESİNDEN ÖTÜRÜ.

KATLİAMLARIN TARİHİMİZİN TRAJEDİLERİNİN VE KARA LEKELERİNİN BİR MARİFET GİBİ SUNULMASINDAN ÖTÜRÜ UTANDIM.


ÇANAKKALE SAVAŞI NE İDİ?

VİETNAM SAVAŞINDA ÖLEN ABD'Lİ ASKERLER DE YURTTAŞLARININ GÖZÜNDE KUTSAL BİR DAVA İÇİN SAVAŞTILAR AMA ÖZÜNDE EMPERYALİST BİR PAYLAŞIM SAVAŞININ ARENASINDAN ÖTE NE İDİ? YÜZBİNLERCE YOKSUL EMEKÇİ İNSAN BURJUVALARININ VE İKTİDARLARININ ÇIKARLARI İÇİN ÖLÜME GÖNDERİLİRKEN İTTİHATÇILAR KAYBEDİLEN TOPRAKLARI GERİ ALMA HESAPLARI İLE ALMANYA İLE İTTİFAK KURARKEN EMPERYAL NİYETLERLE GİRDİKLERİ BİR SAVAŞTA ÖLMESİ İNSANLARIN BİR TRAJEDİ DEĞİL MİDİR?

SAVAŞ, YAĞMA, İŞGAL VE ŞİDDET ÜZERİNE KURULU BİR DÜNYA SİSTEMİNDE, İKTİDARLARIN HEGEMONYA VE KAYNAKLARI ELE GEÇÖİRME MÜCADELESİNDE ÖLMENİN NERESİ KUTSAL?

İNSANLARIN DİLİNİ KİMLİĞİNİ KÜLTÜRÜNÜ VARLIĞINI YOKSAYARAK ONLARI ASİMİLE ETMEYE KALKARKEN ÇÖZÜM OLARAK TOPLU İMHA ETMEYE KALKMANIN NERESİ KABUL EDİLEBİLİR?

ANALARIN GÖZYAŞLARINA ZERRE SAYGISI OLMAYANLARA ANALAR GEREKEN YANITI VERMELİDİR.

NASIL OLSA YOKSUL EMEKÇİ İNSANLARIN KADINLARI SİZİN ZENGİNLİĞİNİZ ŞATAFATINIZ İKTİDARINIZ İÇİN ÖLMEYE HAZIR ÇOCUKLAR DOĞURUYOR DEĞİL Mİ? GÖZYAŞLARININ DA ÇOCUKLARININ AKAN KANLARININ DA BİR ÖNEMİ YOK SİZİN İÇİN.

YETER Kİ HARAMİ SALTANATINIZ DEVAM ETSİN YETER Kİ İMTİYAZLARINIZA DOKUNULMASIN.

DERSİMDE AĞRIDA GÜNEYDOĞU İLLERİNDE YÜZ YILDIR SÜREN ACI OLAYLARA BU GÖZLERLE BAKABİLENLER KENDİLERİNE NASIL OLUYOR DA DEMOKRATIM DİYEBİLİYORLAR?

ARTIK YETER.

VİCDANINI VE İNSANLIĞINI TÜKETMİŞLİĞE BİR SON.

AKAN KANA KAYITSIZ KALAN İNSANLIKDIŞI IRKÇI BARBARLIĞA BİR NİHAYET OLSUN.

KARDEŞLİĞİN VE BERABERLİĞİN FARKLI RENKLERDEKİ GÜLLERİ GİBİ OLSUN ÜLKEMİZ.

VE FAŞİZMİN KARANLIK YÜZÜNE BİR TOKAT GİBİ İNSİN YARALI YÜREKLERİN GÜÇLÜ VE ÖRGÜTLÜ HAYKIRIŞI.

SEVGİDEN GEÇER HAYATIN YOLLARI...

SAVAŞ, ERKEKSİ BİR KARANLIK VE ÖLÜMDÜR NEDENSİZ AMAÇSIZ VE AMANSIZ...

UTANDIRMAYIN BENİ TÜRKLÜĞÜMDEN...

UTANMAK İSTEMİYORUM.

BİR TÜRK OLARAK TÜM FARKLILIKLARLA EŞİT YURTTAŞLIK HAKKI TEMELİNDE BERABER YAŞAMAK İSTİYORUM. HEPİMİZ İNSANIZ VE ACILARDAN BESLENEN VAMPİRLERE DUR DİYEBİLMEYİ BAŞARMALIYIZ.

SEVGİYLE...

VE İNSAN OLMA ERDEMİYLE...


Oktay Çaparoğlu
12.11.2009

KIŞIN BAĞRINA VURAN ŞİİR

KIŞIN BAĞRINA VURAN ŞİİR

ZAMANSIZ GELİYOR ÖLÜM.
VE BU GİDİŞ DE ZAMANSIZ.
BİR ZAMANSIZLIĞA TERKETTİM BAHARLARIMI,
VE ÖMRÜM ARTIK BİR KIŞ...
YİTİK BAHARLARDAN ÇEVİRDİM YOLUMU BEYAZINA KARLARIN
VE SUSKUNLUĞUMLA BESLEDİM ACILARIMIN YANGININI.
VE ARTIK KIŞ.
SOĞUYACAK İÇİM.
ÖLÜM KARASI BİR KAR BEYAZINDA BULUTLAR TEPELERİ KUŞATMIŞKEN...
VE GÜLÜMSEYEN GÖZLERİMDE BİLİNMEZLİĞİN ÇİZGİLERİ VAR.
SUSUYORUM.
ÖLÜM
TATLI
BİR
TÜRKÜDÜR...


Oktay Çaparoğlu
27.10.2009

HALK KİM?

HALK KİM?

http://yesilgazete.org/2009/10/28/kopan-bacaklar-acilar-sehit-aileleri-ve-baris/

Halkın tepkisinin açılım sürecini durdurduğunu söyledi Baykal.

O 34 kişiyi karşılayanlar HALK değil miydi?

O 34 kişi ile barışın geleceğine inananlar coşku duyanlar ve barış özlemlerini haykıranlar HALK değil mi?

Neden böylesi bir BÖLÜCÜ ANLAYIŞLA insanları ikiliğe düşürüp ardından kendilerini BİRLEŞTİRİCİ ilan ediyorlar? Hangi hakla?

1 Mayısta TAKSİME girmek isteyen yüzbilerce işçi ve emekçi HALK değil mi mesela HALKIN CAN VE MAL GÜVENLİĞİNİ KORUMAK ADINA İZİN VERMİYORUZ deyip ortalığı savaş alanına çeviriyorlar siyasal rejimin sahipleri?

HALK dedikleri LİNÇ EDEN oluyor da TRABZONDA SAKARYADA orada hak ve özgürlük mücadelesi veren gençler neden HALK olmuyor?

YAŞASIN BARIŞ diye yürüyenlere saldıran ırkçı-faşistler HALK oluyor da BARIŞ talebini dile getirenler NEDEN HALK OLMUYOR?

HALK dedikleri REJİMİN 86 YILLIK IRKÇI-BAĞNAZ-GERİCİ-ŞOVEN politikalarına ÇANAK tutanlar mı sadece?

HAK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN HİÇBİRYERİNDE yer almayarak duyarsız ve ilgisiz kalanlar mı ülkeleri talan edilirken çevre katledilirken kaynakları peşkeş çekilirken dağlarında gençleri ölürken farklı olana farklı düşünene büyük acılar yaşatılırken susanlar mı HALK?

BARIŞ ANNELERİ, CUMARTESİ ANNELERİ de HALK değil mi?

Barış sürecini İHANET olarak algılayan ŞEHİT YAKINLARI kadar belki daha da fazla COŞKUYLA KARŞILAYAN ŞEHİT YAKINLARI da var.

Onlar da HALK değil mi?

CEYLAN katledildiğinde o gün abileri akrabaları ARTIK BİR İNSAN DAHA ÖLMESİN BU SAAŞ BİTSİN dediler.

Annesi kızının parçalanmış cewsedini toplarken ARTIK YETER GÖZYAŞI VE KAN DURSUN dedi. Halk değil mi O?

HALK sadece LİNÇ EDEN KANA KAN İSTEYEN DEVLETİN FAŞİST-MİLİTARİST POLİTİKALARINA ANTİ-DEMOKRATİK UYGULAMALARINA DESTEK OLAN, HAK ARAYANLARA SALDIRANLAR mı bu devlet bu medya bu rejim bu ordu ve CHP için?

Artık yeter...

Yürekteki kinden bedendeki kandan ve ruhumuza nüfuz etmiş acılardan beslenen kin ve düşmanlığa yeter!

Ve ACI SİMSARLIĞI yapan CHP zihniyetine DUR diyebilmek adına HALKLARIN HALAYINDA ELLERİMİZİ KAVUŞTURMAK UMUDUYLA...

BARIŞ SÜRECİNİ SELAMLIYORUM...


OKTAY ÇAPAROĞLU
31.10.2009

KOPAN BACAKLAR, ACILAR, ŞEHİT AİLELERİ VE BARIŞ...

KOPAN BACAKLAR, ACILAR, ŞEHİT AİLELERİ VE BARIŞ...


Şehit aileleri üzerinden yeni bir demagoji kampanyası yürütülmekte ve denilmekte ki BU ACILAR NE OLACAK?

Şimdi çıkmış köşe yazarları ACI SİMSARLIĞINA başlamışlar.

Bu ülkenin kanayan yaralarına kan akarken tek laf etmeyenler görmezden gelenler savaş çığırtkanlığı yapmaktan öteye gidemeyenler şimdi de ŞEHİT VE GAZİ YAKINLARINI kullanarak yeni bir tarz yarattılar KİN VE NEFRET TOHUMLARINI EKMEKTE ve BARIŞ SÜRECİNİNİ ÖNÜNÜ TIKAMADA...

Herkes kendi acılarına ağlasın ve acılar devam etsin yeni kopan bacaklarla ve ağlayan analarla. Böyle mi susturacağız silahları böyle mi son vereceğiz acılara?

Acılara böyle yaklaşmalı değil mi? Kürtler askerlerimizin bacaklarını koparan MİLİTANLARA kan taşıdılar destek oldular ve KANA KAN İNTİKAM olmalı(!) diyorlar sanki.

Barış için atılan adımları boşa çıkarmaya uğraşıyorlar.

Eğer düşmanlığı devam ettireceksek KÜRTLERDEN önce çok daha fazla kin duymamız gerekenler var.

İngilizlerle savaştık ama onların aldığı yüzbinlerce canın davasını gütmedik.

Ruslarla savaştık aldıkları yüzbinlerce canın davasını gütmedik.

Fransızlarla savaştık aynı olay.

Dilleri serbest üniversitelerde okutuluyor her türlü hakka sahipler tüm ekonomimize onlar yön veriyor o kadar söz sahibiler.

Kürtler?

o kopan bacakların yarısı KÜRT kökenlilerindi.

O acılar KÜRT illerinde binlerce kat fazla yaşandı.

Kürtlerin çektiği acıları dile getirmeye kalksam herhalde tüm Kürtlerin eline BALTALAR alıp gördüğü her TÜRKü biçmesi doğraması gerekirdi.

Yapılan işkenceler katliamlar kıyımlar itirafçılaştırmalar koruculaştırmalar yasaklar inkar imha ve asimilasyon politikası sürgünler cezaevleri faili meçhuller...

Yakılan köyler ormanlar şehirler...

Dışkı yedirilen insanlar.

Askeri faşist uygulamalarla 86 yıldır terbiye edilmeye çalışılan bir halk BU ASKER TÜRK ASKERİ BANA BUNU YAPANLAR TÜRK BANA ZORLA ÖĞRETİLEN DİL TÜRKÇE deyip bunların hepsine bir RED çekip acılarının İNTİKAMINI almak isteyebilir.

Buna ne diyeceksiniz?

Ben de bu acılara kulak vermek zorundayım.

Kopan bacaklar olmasın diye bu acılara kulak vermek zorundayım.

Kulak vermezsem daha çok kol bacak kopacak bunu biliyorum.

Peki ŞEHİT AİLELERİNİN HASSASİYETLERİNİ bu şekilde DEMOKRATİKLEŞME VE BARIŞIN önüne koyanlar daha sonra yine kopacak bacakların HESABINI vermeye hazırlar mı?

Bu anlamsız ve kirli savaşa en başından karşı çıkmayarak KÜRT halkının acılarına KULAK tıkayarak sürecin bugünlere gelmesinde pay sahibi olan IRKÇI-ŞOVEN anlayıştaki aydınlar UTANMAZLIKLARININ ARSIZLIKLARININ diyetini ödeyen YOKSUL Kürt ve Türk emekçi halkımızın çocukları üzerinden konuşma hakkını nereden buluyorlar kendilerinde?

Kürtçe yasaklar varken insanlara yukarıda saydığım acılar yaşatılıyorken neredeydiler?

ACILARA BAKMAK evet ama HERKESİN ACILARINA BAKMAK...

Bu iş böyle olmaz.

O askeri dağlara süren SİYASAL REJİMİN KÜRT POLİTİKASIDIR.

Ve o kopan bacakların MÜSEBBİBİ bu ASİMİLASYONCU MİLİTARİST ŞİDDETE VE SAVAŞA DAYALI SORUN ÇÖZME ANLAYIŞININ kendisidir.

Bu gerçeği görmeden yapıladcak tüm analizler HALKLAR ARASINDA DÜŞMANLIK VE KİN yaratmaktan öteye gidemez.

Kürtler 17000 ile ifade edilen FAİLİ MEÇHULLERİ 4000 ile ifade edilen yakılmış boşaltılmış köyleri 5 milyonla ifade edilen ZORUNLU GÖÇLERİ unutmaya hazır.

Peki ya TÜRKLER?


Oktay ÇAPAROĞLU
26.10.2009

ERMENİ PROTOKOLÜ’NDE BU İSİM EKSİK KALDI

ERMENİ PROTOKOLÜ’NDE BU İSİM EKSİK KALDI



Lena Umay



Ermenistan ve Türkiye arasında, ilişkilerin “normalleşmesine” yönelik bir protokol imzalandı.

Yaklaşık 100 yılı aşkın bir maziye sahip Ermeni-Türk ayrılmasının, -bu haksız, -başka devletlerin zorlamalarıyla imzalanmış protokolle tedavi olunacağına inanmıyoruz. İki millet arasındaki tarihsel hesaplar ve bu hesapların yarattığı “yabancılaşma”, bu milletler arasındaki ilişkileri zedelemiş, derinden yaralamıştır.

Bundan sebep, asla ajitasyonsuz, haykırışsız ve sitemsiz bu konuyu konuşamıyoruz. Hatta bir insan bu tarihi ayrışmadan konuştu diye, o memleketin milliyetçi evlatları onu düşman bildiler ve öldürdüler. Bu olayın sebebi, suçlunun veya maktulün isimleri, bu cinayetin sonrası hiç önemli değil. Bu meseleye duyulan korkunun/kinin sebebi nedir?

Ermeniler ve Türkler arasındaki ilişkinin zedelenişi, bunun sebeplerini ya da tarihin kendisini anlatarak tekrara düşmek istemiyorum.

Türk Tarihindeki boşluklar:

Türklerin, bin yılı aşkın süredir birlikte yaşadığı Ermenilere yabancılaşması, başta her iki halkın kendi tarihlerinde anlamsız ve büyük boşluklar yaratmıştır. Türklerin Anadolu’daki serüvenlerini anlatan bütün tarih kitapları, Türklerin Ermenilerle kurdukları ilişkileri anmıyorsa, bu ilişkinin gücünü anlatamıyorsa, o tarihi kitaplar yanlış ve eksiktir.

Bu güne kadar anlattığımız, Ermeni ve Türk halklarının birlikte işledikleri ortak kültürel öğeler ve bu ortaklığın anlatamadığımız birçok ayrıntısı var.

Bu iki halkın siyasetsiz mecralarda, ortak bir tarihi ve kültürü paylaştıklarını bizlere gösterecek olan örnekler;

Bu gün dinlediğimiz müziklerde, oynadığımız oyunlarda, yediğimiz yemeklerde, önünde resim çektirdiğimiz yüzlerce yapıda, hatta genetik örneklerimizde tek tek incelenebilir.

Bu denli hayatimizin içinde hala yaşayan bu ilişkinin modelleri, bu modellerin bütün bileşenleri nasıl anlatılmaz?

Bin yıl birlikte yaşadığımız bir halkı anmadan anlatılan tarih ne kadar doğrudur?

Ermeniler yaşanılan bin yılın hikâyesini, düşmanlıkla yazabilecekler midir? Türkleri anmadan bu bin yılı ne kadar anlatabilirler?

Ermenilerle ilişkimiz nasıl tedavi olur:

Ajitasyonla, inkâr ve sitemle konuştuğumuz Ermeni meselesi, Türkler ve Ermeniler arasındaki, ‘ağır ve büyük tarihi hesaplar’, tarih ve hukuk kitaplarında anlatılacak.

Bizler birlikte yaşadığımız halkları, tarihten, savaşlardan, katliamlardan arınarak nasıl tanımlayacağız?

Her an ağzımızda ‘kardeş halklar repliği’ ile bütün düşmanlıkları inkâr etmek bu halkları bize tanıtamaz. Düşmanlıklarla yabancılaştırdığımız, aynı dili konuşamadığımız bu halklarla sadece ‘kardeşiz’ diyerek barışılamaz. Kalbini kırdığımız, yaraladığımız, yaralandığımız halkla karşılıklı jestler yapmalıyız.

Bize dert olanları, içimize işleyenleri, korkusuz ve nefretsiz anlatabilmeliyiz. Neyi ortak söylemişiz, dinlemişiz, neye ortak ağlamış, neyi alıp birlikte dokumuş, islemişiz, hepsini tek tek abideleştirmeliyiz.

Ermenilerle iletişim köprüsü:

Ermeni halk müziği ve Türk halk müziğinin binlerce ortak eseri var. Daha önceden yazdığımız popüler ve klasik müzikteki ortak eserler, aynen halk müziğimizde olduğu gibi, hiç bir müzik bilgisi olmadan anlaşılacaktır. Bu halkla neredeyse ayni türküleri okuyup aynı müzikleri dinlediğimizi söylersek, abartmış olmayacağız. Fikrimce; bu halkla en sağlam iletişim köprüsünü müzikle kurabiliriz.

Türklerin ve Ermenilerin müziklerindeki en önemli figürlerden biri, Kütahyalı Gomidas’tır. Ekim ayının sonunda birçok metinde onun acıklı hayatıyla bir daha buluşacaksınız. Bu acındırma, vah yazık delirttiğimiz adam, sürgüne yolladığımız adam, Halide Edip’in çabaları… diye yazılan birçok metni zaten okuduk.

Gomidas Baba:

Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan protokolün konuşulduğu günlerde, Ermenistan başbakanı Sargisyan Fransa’yı ziyaret etti. Kütahyalı Gomidas’ın heykeline çelenk bırakmak isteyince, yüzlerce Ermeni S.Sargisyan’ı protesto etmek için, Gomidas’ın anıtının önüne oturdular. Polisin sert müdahalesine rağmen orada bulunan gençler, heykelin önüne uzandılar, gitmemek için süründüler. Ardından Fransız polisi darp ve zorla göstericileri heykelden metrelerce uzağa sürükledi. S.Sergisyan, Gomidas heykelinin önüne alkış ve hakaretler eşliğinde „normalleşme çelengini“ indirebildi. Göstericiler Gomidas bizim babamız, Sargisyan onu hak etmiyor diye bağırıyorlardı. Ayni gün Marsilya ve Paris’te, Gomidas’ın Anadolu ezgileri sabaha kadar sokaklarda çalındı.

Türk Müziğine borç:

Bizim Kütahyalı Gomidas’ın heykeli, Kütahya’da yokken neden Paris’te var? S.Sergisyan Türklerle bir protokol imzalayıp, Paris’te Kütahyalı Gomidas’ın heykelinin önüne „normalleşme“ çelengi koydu. Türkler ve Ermeniler dost olma yolunda adımlar atıyor diye, Paris’te bir Ermeni siyasetçi, kutlama mıdır, ağıt mıdır belli olmayan bir çelenkle, kime ve nereye ses verdi? Jest mi yaptı? Bizim hemşerimiz, Anadolu müziğinin en özel simalarından birinin heykeli Paris’te bulunuyor. Gomidas’ı biz değil, Parisliler her gün görüyor, duyuyorlar.

Sargisyan, “Kütahya’da Gomidas Müzik Okulu”na, barış çelengi neden bırakmasın? Dünyanın her yerinden barış gönüllüleri, müzisyenler, müzikseverler, Ermeniler veya Ermeni devlet yetkilileri Anadolu insanları için bu kadar önemli bir simayı Kütahya’da neden ziyaret etmesinler?

Türk Ocaklarında ders vermiş, Anadolu’yu gezip binlerce türkümüzü derlemiş, bizim Gomidas, bu kadar sürgünde tutulur mu?

Ona yapılan günahın telafisi elbette mümkün değil. Hikâyesi hep onunla anlatılacak. Ancak hayatın trajedisi, acıtan yanları veya kara günleri, bir müzisyen veya sanatkar için tane tane nota demek değil midir? Acıyan her yanımız, güzel bir tabloda renk renk desen değil midir?

Ne kaybederiz? :

Bu gün TRT’nin radyo ve televizyonlarında dinlediğimiz, bazılarımızın bütün hayatlarını anlatan türkülerde, Gomidas baba’nın emeği var. Yaşayan türkülerimizin büyük çoğunluğunda onun deseni var. Gomidas, üzerinde yaşadığımız topraklara has bir sanatkârdır. Onun kaşı-gözü, hayatı, acıları, dilindeki türküler, deliliği, sürgünü… hep buralı olusundan değil midir?

Bu gün, bu müzik dehamıza, Kütahya’da bir heykel, zamanla bir müzik okulu kursak, onunla birlikte Kütahya’nın eşsiz tarihine bir daha saygı duysak ne kaybederiz?

Sahip olamadıklarımız:

Gomidas’a ve müziğimize âşık, yüzlerce Ermeni veya başka milletten usta müzisyeni, ressamı, sanatçıyı ve edebiyatçıyı, Gomidas’a olan borcumuzu ödemedikçe kaybedeceğiz. Bu yüzlerce usta, Anadolu müziğini, Zürih’te, Lozan’da, Cenevre’de, Paris’te, Marsilya’da, Şam’da, Halep’te, Tahran’da, Isfahan’da, Buenos Aires’te, Kaliforniya’da, Kahire’de, Tiflis’te, Erivan’da, Selanik’te icra ederler.

Gençlerimiz, müzisyenlerimiz, sanatkârlarımız bu müzik ustalarını tanışalar, ne kaybederiz?

Anadolu müziğinin modernleşme tarihini anlatmak istiyorsak, ilkin Gomidas’ı anmalıyız. Anadolu Müziği’nin kendine has tınılarını dünyaya hala tanıtan bu sanatkârımızı unutarak, anmayarak müzik üzerine cümleler kurduğunu zanneden onlarca cahil sanatçımız ve makalecimiz var. Açılan sohbetlerde Anadolu müziği tek sesli, Avrupa müziği çok sesli, o zaman Anadolu müziği naiftir, basittir… Avrupa müziği daha ileridir, türünden cümleler kurabilen, cahil okur yazarlar, Gomidas’ı tanımadan böyle bir cahil hakareti Anadolu müziğine ve kültürümüze yapıyorlar. Gomidas, binlerce yıldır müzik yapılan bir coğrafyanın ve tarihin ilk müzik enstrümanlarının üretildiği bir memleketin sanatkârıdır. Onun sanatsal dehasını, Anadolu için vazgeçilmez bir sanatkâr olduğunu, müzikleri ve hikâyesi ile buluşunca anlayabileceğiz. Gomidas’a yaşatılan cehennemin, tarihimizin karanlık sayfalarında olduğunu, gerekirse günlerce anlatmalıyız.

Gomidas’la buluşmadan Anadolu müziğine ve tarihine yapılan yolculuklar tamamlanamaz.

Lena Umay

Odatv.com

HABUR VE PARADIGMANIN IFLASININ ILANI...

HABUR VE PARADIGMANIN IFLASININ ILANI...


Bir savaş bitmek üzere. Öcalan'ın çağrısı üzerine 'Barış Elçileri' Mahmur Kampı'ndan Türkiye’ye Habur sınır kapısından giriş yaptılar.

Teslim olmaya gelmediklerini demokratik zeminde bir çözüm için siyasetin önünü açmaya yardımcı olma için geldiklerini söylediler. İmralı'dan yapılan çağrıya bir yanıt olarak böylesi bir karara vardıklarını ve artık barış zemininde bir çözüm istediklerini ifade ettiler.

Kürt sorununun çözümü dayattığı, ülkenin İsrail’e açıktan tavır aldığı, Ermenistan ve Suriye ile ilişkilerin cumhuriyet tarihinde ilk kez farklı bir şekilde olumlu ve somut adımlarla düzeltilmeye çalışıldığı ve Kürdistan özerk bölgesinde temsilcilik açılacağının Cumhurbaşkanı Gül'ün ifadesiyle açıklandığı bir süreç.

Artık değişim kendini dayatıyor ve bunda kaçış yok.

Artık barış kaçınılmaz bir olay ve maalesef bu koşullarda muhalefetin tavrını anlamak oldukça zor.

Savaş sürsün istiyorlar.

Kan aksın.

Kan lekesi kalkmasın istiyorlar kirli siyasetlerinden...

Habur'dan barış elçileri geliyorlar.

İzdiham nedeniyle dolup taşmış sınır. İnanılmaz bir coşku. Kürtler tam da barışa olan inançlarını yitirmişken ve açılım sürecinin bir ‘tuzak’ olduğunu düşünmeye başlamışken umutlar yeniden yeşerdi.

Kürtler başta olmak üzere barışa inanan ve Kürt sorununun demokratik-halkçı temelde çözülmesi gerektiğini düşünen tüm Türkiyeliler ülkemizdeki kürt meselesinin artık bir akl-ı selim ve sağduyunun şart olduğunu görerek sorumluluk alıyorlar. Ezberler, önyargılar, kalıplar tarihin çöplüğünde hakkettiği yeri bulmalı diyorlar ve barışa, kardeşliğe, halkların eşitlik-özgürlük ve gönüllü birlik temelinde bir arada yaşamaları gerektiğine inanıyorlar.

Bu inancı paylaşmak önemli.

Yeni bir gelecek ve yeni bir dönem bekliyor ülkemizi. Yeni bir sürecin kapısı aralanıyor.

Akan kanın durması çok önemli.

Kan, silah, çatışma ve sonucunda gözyaşı olmadan düşmanlık kin nefret, ırkçılık ve ayrımcılık olmadan sorunlarımıza daha gerçekçi ve insani çözümler sunabiliriz. Başar şansımızın silahsız ve çatışmasız bir ortamda daha yüksek olacağı aşikar…

30 yıldır sürdürülen düşük yoğunluklu savaşta yaşana acılardan sonra böyle bir sürece girilmesi oldukça umut verici bir gelişme fakat muhalefetin ve milliyetçi-ulusalcı-muhafa
zakâr kesimin statükonun devamından yana tavır koyması kafaları karıştırmıyor değil.
Kürtlerin elde edeceği kazanımlar ülkemizde demokratik alanın genişlemesi, devlet karşısında bireyin, toplumun, farklı kimlik, inanç, düşünce ve kökenden grupların hak ve özgürlüklerinin daha da geliştirilmesi bağlamında önemli bir adım.

Kürt sorunu ülkenin en öneli değilse bile hemen hemen tüm sorunlarıyla birebir ilişki içersinde ola kilit konumundaki bir sorunu.


Gelinen noktada açıkça görülmektedir ki 86 yıllık cumhuriyetin ve kurucusu olan CHP ideolojisinin Kürt sorununa azınlık sorununa alevi sorununa ermeni meselesine yaklaşımı iflas etmiştir.

Çözümsüzlükten şiddetten acıdan kandan başka hiçbir şey üretememiştir resmi ideoloji ve onun resmi politikaları.
Ve gerçek anlamda bir cumhuriyetten söz etmek de mümkün değildir zaten. Rejim, ağaların beylerin işbirlikçi feodallerin paşaların ve Ermeni-Rum mallarını yağmalayarak zengin olan çakma burjuvazinin oligarşik diktatörlüğüne dönüşmüştür.

Halkımız açlığa yoksulluğa eğitim ve sağlık olanaklarından mahrum bırakılmaya geleceksizliğe mahkûm edilmiştir. Bir tebaa olarak algılamış ve devlet aygıtı halkın üzerine hakim kılınmıştır.

Diller kültürler kimlikler inançlar düşünceler süngülerle silahlarla bombalarla işkencelerle katliamlarla zindanlarla bastırılmaya sindirilmeye yok edilmeye tasfiye edilmeye çalışılmıştır.

Tüm bu politikalar devletin resmi ideolojisinin ve politikasının urunudur. Buna özellikle vurgu yapıyorum çünkü sistemin kurucu felsefesi her ne kadar misak-ı milli sınırları içindeki herkesi kucakladığını iddia etse de realitede tam ersi uygulamalara imza atılmış, ulus-devletin örgütlenmesi adına tek tipçi bir anlayış rejimin felsefesine egemen olmuş, her türden farklılık tehlike olarak algılamış ve yasaklamıştır.

Bu politikalara karşı direncin güçlü olduğu dönemlerde darbelerle cuntalarla faşist uygulamalarla devlet terörüyle azınlıkların, emekçilerin, işçi sınıfının, öğrencilerin, aydınların, Alevilerin, Kürtlerin, devrimci-ilerici güçlerin örgütlenmeleri önüne engeller konmuş talepleri ve eylemleri devlet terörüyle ezilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri bu uygulamalar hükümetler değişse de aynen tek elden çıkıyormuş gibi uygulanmaya devam etmiştir.


Ve Kürt Meselesi de şark ıslahat planlarıyla Türkleştirme politikalarıyla zorunlu göç uygulamalarıyla 86 yıldır bir halkın yok edilmek istenmesi biçiminde varlık göstermiştir.

12 Eylül darbesi sonrası demokratik zeminde mücadele yürüten kesimlerin bile en ağır işkenceler ve baskılarlarla karşılaşması, özellikle Diyarbakır cezaevinde Kürt kökenli tutsaklara yönelik uygulanan insanlık dışı vahşet, Kürt ulusunun ulusal ayrımcılığa ve sömürüye karşı verdiği mücadelenin farklı bir boyuta taşmasına neden olmuştur.


Simdi 86 yıllık kirli şaibeli kanlı tarihin hesabını verme günüdür.
Geçmişin yanılgılarından arınıp yüreklerde sevgiye barışa ve kardeşliğe su verecek umut pınarlarının özgürce çağlaması için rejimin ve iktidar sahiplerinin özeleştiri verme günüdür.

Şimdi cumhuriyetin demokratikleştirilmesinin günüdür.

‘Türkiye’ye demokrasiyi biz Kürtler getireceğiz’ diyordu Ape Musa ve sistem tarafından katledildi. Ama umudu dimdik ayakta.

Ve Ape Musa’nın çocukları onun vasiyetini yerine getirecekler...

Türkiye'ye herkese ve herkes için lazım demokrasiyi Kürtler getirecekler....


Sevgiyle…


Oktay Çaparoğlu

19/10/2009

BEŞLEMELER...ALTILAMALAR...YEDİLEMELER...

BEŞLEMELER...ALTILAMALAR...YEDİLEMELER...


cam açık
penceremin kenarındayım
sesi geliyor yağmurun
ve esintisi rüzgarla ve kokusu toprağın ve şiddeti çakan şimşeğin
ve özlemi hasreti sevdası
yağan yağmura ihtiyacım var
yüreğimde yaralarla yağmura sığınmalıyım
müsaade var mı arkadaş
yağmurun serinliğinde acılarıma sarılacağım
ve bundan haz duyacağım

****





BİR KARANLIK ÇÖKTÜ ÜSTÜME...
GÖLGELERDE KALDIM.
VE BİR GÜNEŞ DOĞDU SONRA...
GÖLGELER BÜYÜTEREK SABAHA...
VE SONRA GÜNDE TUTSAK GECEYE HASRET KALDIM.


****
kıyıda bir kadın,
kadının avuçlarında aşk
ve uzakta bir gemi.
gemiden el sallayan bir erkek.
dalgaların ve maviliklerin ötesinde..


****

güne gölge düşüren izlerde aradım
sevdamın rüzgara savrulmuş küllerini.
gölgeler gibi siyah
gölgeler gibi karanlıktı
tıpkı düşlerim gibi.

****

ne yana baksam sen. o yüzden gözlerim kapalı yürümekteyim
nereye dokunsam tenin. o yüzden hareketsiz durmaktayım
neyi sevsem sevdamı anımsatmakta
neye gülsem yüzün neyi dinlesem ses olur senden
neyi duyumsasam sensizlik...
bir siyahi ölümdür alışmak sensizliğe
bir mavinin orta yerindeki sarıda
yana yakıla eriyerek karışmak sonsuzluğuna
bir başka yaşamın


****
şerefe arkadaşım
yalnızlığın ortasında kalakalmış çoğul yüreğinde
kalabalık sevdalara iz süren
o yaramaz o asi
ve deli çocuğun şerefine arkadaşım

****

dökülmüyor sözcükler yüreğimden
bir yağmura vermişim kendimi
susuyor kalakalıyorum biçare sessizliğimde
yüreğimin orta yerine bağdaş kurmuş acılar
yalnız
yapayalnız bir düş
ve
kırık kalpli
bir kuş
çırpınmakta içimde
özlemekteyim
hasretin ve kavganın ateşiyle yana yakıla
özlemekteyim
bir meçhul gidişin ardından seyredalmış gözlerimle
nehirler çoğaltırken damlalarla
çözülmekte gülüşlerimden sıyrılarak keder
yüzümdeki tebessüm
artık bir yitik
bir yıkık
bir tükenmiş
sevdadır
dünde kalıp yarına çoğaltamadığım
ve gün
dinginleşen yüreğime
bir nihayettir
ölüm bekleyen mahzun
gülüşümde
ölümü çağırırım ağır ağrı
sessizliğim
ölümümdür
bekleyişim
ölümümdür
dirensem de bir teslimiyetin provasıdır
tatmadan
ölümü
bir AN önce
...
..
.



Oktay Çaparoğlu
12.10.2009

SINIF MÜCADELESİ MARKSİZM VE SANDUKALAR

SINIF MÜCADELESİ MARKSİZM VE SANDUKALAR


Birgün fırın işçilerinin sendikal örgütlenmesi için toplantı düzenliyoruz. 700 fırın işçisinin 500 ünü üye yapmayı başardık 3-5 aylık bir çalışmayla. Sendika binası yok Eğitim_Sen in binasında yapıyoruz toplantıyı. Tabi bu arada baktım devrimci geçinen arkadaşlar da uğramışlar oraya işçileri örgütlemeye çalışıyorlar. İşçinin birini almış bizimki, MARKSİZM in işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi hakkındaki ideolojik-politik tavrını ve düşüncelerini anlatıyor. Zavallı işçi de öyle bön bön bakarak anlamaya çalışıyor arkadaşın anlattıklarını. Devrim Sosyalizm ve bu süreçlerin olgunlaşma koşulları Lenininzm in Marksizm e yaptığı katkı falan filan derken adam duymadığı bilmedi onlarca terimin havada dolaşmasını seyrediyor dinlemiyor seyrediyor adeta :)

baktım güldüm kendi kendime. işçilerin örgütlenme aşamasının hiçbiryerinde idiler ama iş somutlaşınca ve sendika kurulup artık yavaş yavaş işçilerin sahiplendiği görülünce bizim devrimci geçinen arkadaşlara da gün doğmuş oluyordu. Arkadaşım ne acele ediyorsun değil mi yani bırak adam önce emeğini haklarını ve çıkarlarını savunmayı öğrensdisin. Yok yok hemen KIZILA boyanmış sözcüklerin büyüleyici etkisiyle adam işçileri örgütleyebileceğini sanıyor :)

işçilerin yarısı MHP kökenli diğer yarısı da o zamanlar Refah Partisi vardı yani Erbakancı. Mücadele içerisinde düşünce ve görüşleri değişti elbet. Çok ciddi baskılar geldi ülkü ocaklarından silahlı adamlar gelip eski ülküdaşlarına falan saldırdılar KOMÜNİSTLERLE İŞBİRLİĞİ YAPMAKLA suçlayıp kafalarını çelmeye çalıştılar. Olmayınca da sopalarla silahlarla saldırdılar. tabi bunlar sonraki süreç. grevi örgütlemeyi başarmıştık İskenderun çapında tam da o süreçte meydana gelen saldırılardı.

Ben toplantıya geri döneyim.


Başkan sözü aldı.

ARKADAŞLAR, YENİ BİR SÜREÇ BAŞLIYOR. TÜM İŞÇİ ARKADAŞLARA HAYIRLI OLSUN. SİGORTASIZ SENDİKASIZ ÇALIŞMAYA SON VERECEĞİZ ÇALIŞMA SAATLERİ VE ÜCRETLERİN İYİLEŞTİRİLMESİ İÇİN MÜCADELE EDECEĞİZ. AMA BU SÜREÇTTE SİZDEN BİR RİCAM VAR. LÜTFEN BU SENDİKANIN YÜKÜNÜ BİRKAÇ ARKADAŞIN ÜSTÜNE YIOKMAYALIM. HEPİMİZ SAHİPLENELİM. İŞİN ALTINA HEPİMİZ ELİMİZİ KOYALIM VE SIRTLAYALIM. O ZAMAN DAYANIŞMA İÇİNDE OLDUĞUMUZDA PATRONLAR KARŞISINDA DAHA GÜÇLÜ DURURUZ. BU SENDİKA HEPİMİZİNDİR VE 500 ÜMÜZ BİRDEN OMUZLAYALIM.

YAŞASIN İŞÇİ SINIFININ EMEK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ!


Tabi ki alkışlar coşku heyecan dorukta.

Tam o sırada kalabalığın içinden bir ses geldi. kalktım baktım bizim devrimci arkadaşın MARKSİZMİN İLKELERİNİ anlattığı ve devrim koşullarının olgunlaşması ve Leninist Parti örgütlenmesinden bahsettiği işçi arkadaş idi.

-BAŞKANUM BAŞKANUM... BİR SANÜYE.

-EVET... dedi başkan.


-YAHU BU SANDUKA ÇOK AĞUR BİŞEYMİKİN 4 KÜŞÜ KALDÜRAMAYUCUK.. 500 KİŞÜYE NE HACET? SANDUKANUN DÖRT TARAFUNA DÖRT KİŞİ GÜRER KALDURURUK KENÜ.



Oktay Çaparoğlu
25.09.2009

ŞEYTAN, ALLAH, İNSANLAR VE CENNET

ŞEYTAN, ALLAH, İNSANLAR VE CENNET


Şeytanı seven var mı aranızda?

Ben çok severim.

O olmasa idi biz de bu güzelim manyağımsı çelişik buruşuk karışık dünyada olmayacaktık. Cennet denilen yerde hep o yasak olan meyvenin tadında aklımız kalarak saplantılı bir sapık olarak yaşamaya devam edecektik :) öyle ya insan merakından ölür ille öğrenecek bilecek tanıyacak tadacak anlayack dokunacak.

Yoksa olmuyor yani.

Ve kovulduk dünyaya. Sağolsun bizi güzel bir sınava tabi tutmakta hayat. gerçi o hep sağolacak da biz de ölene kadar sağolacağız bari yaşarken SOL olalım. Bak yine şeytan düdükledi dürtükledi konuyu dağıttım. gel kendine çabuk. Şeytan kardeş çıkıver aradan. :)

O gün bugündür bir iktidar mücadelesi sürüp gitmekte burada. Şeytan ise hep hırs sahibinin yanında yer aldı. Allah da uzaklardan çok gerekmedikçe ve anlamlı olmadığı durumları hesaba katarak müdahaleden kaçındı. Zaten BEN SİZDEYİM diyordu ya artık onu keşfetmeye kalmıştı bu hırslarımızla mücadele etme gücü.

Şimdi nereden ne alaka arkadaşım diyeceksiniz.

İçimizde de facebook kullanıcı hesabı aracılığıyla üyesi olduğumuz bu grupta da asil bir damar ve kudret mevcuttur içimizde ve grup kurucusu arkadaşın (O BEN OLUYORUM :) ) verdiği YÖNETİCİ yetkisiyle.

Kaç defadır DARBE VE PROVOKASYONLARLA karşılaşıyoruz. Grubumuza üye olan arkadaşlar tahammülsüzlük göstererek Baykalcı tavırlarını sürdürüyorlar.

Bir arkadaşımız artık içindeki demokrasi ve hak-hukuk düşmanlığı duygusuna yenilerek fikirdaşlarını ve kendini tatmin etmek amacıyla -KİME UYDUĞU KONUSUNDA FİKİR BELİRTMEYECEĞİM- bir darbe girişiminde bulunmuştur.

Darbelere karşı sessiz kalmayan sorumlu ve devrimci duyarlılığa sahip arkadaşlar darbe girişimini boşa çıkartmış bulunsalar da grubumuzun AMAÇLARINI içeren giriş yazısı yine silinmiştir.

O yazının da yedeği benim İzmir’deki bilgisayarımda kaldığından tekrar oraya ekleme şansım yoktur ve yine DUYARLI arkadaşlardan karşı-devrim karşı karşı-karşı-devrim hamlesi yaparak o yazıyı eklemelerini rica edeceğim.

Evet. Kovulduk dünyaya ve iktidar kavgası verenlerin kavgasından gürültüsünden hastalıklı tavırlarından bıktık usandık kendi kabuğumuza çekildik.

Ama Allah 150 yıl önce bir kulunu bize gönderdi ve o kulu dedi ki ARTIK EZİLENLER İKTİDAR OLACAK VE İKTİDARI PARÇALAYIP YOK EDEREK SINIFSIZ SÖMÜRÜSÜZ EŞİT ADİL ÖZGÜR SİYASETSİZ İDEOLOJİSİZ KAVGASIZ GÜRÜLTÜSÜZ KENDİSİYLE VE DOĞAYLA BARIŞIK OLDUĞU İÇ HUZURU SAĞLAM SEVGİ BARIŞ VE KARDEŞLİK DOLU bir dünya yaratacak.

Gerekli araçları da sundu bize.

Kaderimize müdahale edelim. Şeytana kulak verdiğimiz kadar Allah'ın da lütfettiklerinden bir pay alalım. Bize verdiği İRADE VE VİCDAN için şükranlarımızı sunup gericiliğe, faşizme, ırkçılığa, bağnazlığa karşı haklarımız ve özgürlüklerimiz için savaş açalım.

Burası sanal bir platform ve siyasal tavır çoğumuzun günlük yaşamının içinde hiçbir yer işgal etmemekte. En azından burada psikolojik bir açılım ve bilişsel bir sorumluluk edinmek için üstümüze düşenleri yerine getirelim.

Bakın yine bir öğretmen gibi bir parti ilçe yönetimindeki pasif görevlerde yer alan(SAYMAN GİBİ) biri gibi konuştum.


Bağırabilirdim de BEN SİZİN SOL DUYUNUZA HİTAP EDİYORUM EY İNSANLAR! HAREKETE GEÇİN. YAŞADIĞINIZ ÇAĞA VE DÜNYAYA KARŞI BORÇLUSUNUZ ÇÜNKÜ ONDAN BESLENİYORSUNUZ YAŞAMI SİZE HEDİYE EDEN BU HAYATA KARŞI ONU DAHA GÜZEL KILMAK İÇİN GEREKLİ VE MÜMKÜN ÇABALARI GÖSTERMEKLE YÜKÜMLÜSÜNÜZ. KADERİNİZE MÜDAHALE EDEN VE DÜNYAYI KENDİ RANTLARI ÇIKARLARI PAŞA KEYİFLERİNİN BİLMEM NESİ İÇİN KENDİLERİNCE YENİDEN BİÇİMLENDİRMEYE ÇALIŞANLARA KARŞI İNSANLIK ONURUNU VE ERDEMİNİ İÇİMİZDE ÇOĞALTARAK TAVIR KOYMAK VE MÜCADELE ETMEK YAŞIYOR OLMANIN VE VAROLMANIN BİZLERE YÜKLEDİĞİ BİR SORUMLULUKTUR.

Bağırabilirdim dedim de BAĞIRDIM sanırım :)


Evet. Cennetten kovulduk. Şeytan da burada. Allah da diyor ki BEN SİZİN GÖNLÜNÜZDEYİM, İÇİNİZDEYİM SİZE ŞAH DAMARINIZDAN DAHA YAKINIM. Biz de buradayız Ademler Havvalar Lilithler olarak. o zaman daha ne bekliyoruz. CEHENNEME çevirdiğimiz bu hayatı eski günlerdeki gibi yine HEPİMİZ BİR ARAYA GELEREK (ALLAH, ŞEYTAN, BİZ İNSANLAR) yeniden CENNETE çevirebiliriz ve bunun ilk adımı YAŞAMIMIZDAKİ UFAK TEFEK VE ÖENMSİZ sayılabilecek olaylara ve olgulara müdahale etmektir.


Şimdi tüm bunların CHP ile ne alakası var.

CHP neyin kısaltılmasıdır? manevi anlamda soruyorum. Cehennemlik Halklar Partisi... ne alakası var diyeceksiniz. Allah-u Teala Kuran'da der ki (SADECE KUR'AN DEĞİL BİRÇOK YERDE FESLEFECİ YADA TARİHSEL KİŞİLİK İN KİTAPLARINDA DA DİYOR)

'Her kavim hak ettiği şekilde yönetilir...'

Ya da ayet-i kerime'ye göre çevirelim;

'BİZ HER KEVME AMELLERİNE GÖRE İDARECİLER GÖNDERDİK...'


AMEL:?

(ev ödevi veriyorum bu sözün anlamını kendiniz bulun :) )


Artık böyle yönetilmek istemiyorsanız hak ettiğiniz şeyler için tavır koymalısınız diyor yani her aklı başında varlık gibi Allah da...

Ben de diyorum ki bakın hepimiz aynı haklara sahibiz burada CEHENNEMLİK HALKLAR PARTİSİ’NE kilitlenip kalmış insanları kurtaralım EMEKLERİ ÖZGÜRLÜKLERİ VE HAKLARI için mücadele edebilecekleri bir platformda birleştirelim. bu görev sadece ÇOK BİLEN ÇOK KONUŞAN ÇOK YAZAN ORTALIKTA ÇOK DOLAŞAN NAYLON ÇORAP GİYİP KIRMIZI KURDELA TAKAN KRAVATLI GÖBEKLİ MİSKİN VE TOMBİK adamların ya da KOKONA kadınların görevi değildir. hepimizindir herkesindir....

HEPİMİZ VE HERKES!


Şeytan da yanımızda Allah da.

Öyleyse artık iş bizde bitiyor.


Hadi artık popolarımızı azıcık oynatalım ki KALKIŞ İÇİN hazır olsun.

Hayata ve kaderimize müdahale edebilecek gücü cesareti atılganlığı hızı hareketi ve eylemsel duyumsal sponsorluğu göstermemiz dileğiyle HERKESE SEVGİLER SAYGILAR HÜRMETLER....




Oktay Çaparoğlu


26.09.2009

İskenderun

SAĞ NEDEN BAŞARILI? SOL NEDEN BAŞARISIZ?

SAĞ NEDEN BAŞARILI? SOL NEDEN BAŞARISIZ?


Türkiye'de sağ politikanın başarılı fakat solun başarısız olması ile ilgili konuşurken şu şekilde özetleyebileceğim bir söylemde bulundu :

SOLCULAR ASLA İKTİDARA GELEMEYECEKLERİNİ BİLİYORLAR VE İKTİDARA GELEMEYECEK OLMANIN HAFİFLİĞİYLE KONUŞUYORLAR, POLİTİKALARINI DA TEMELİ OLMAYAN HAYALİ TALEPLER VE ÖZLEMLER ÜZERİNE KURUYORLAR VE TOPLUMUN BUNA DESTEK OLMASINI İSTİYORLAR. BİR ÇOCUK DÜŞÜNÜN ELİNE ALMIŞ BİR BALON DİĞER ELİNDE ÇİÇEK DİYOR Kİ

'barış istiyorum savaşlar olmasın kan dökülmesin herkes gülsün herkes mutlu ve eşit olsun'

BUNUN OLASILIĞI VAR MIDIR? YOKTUR. AMERİKA IRAK A GİRECEĞİ ZAMAN SAVAŞ KARŞITI EYLEMLER YAPMAKLA İKTİDAR OLUNMAZ. BU BİR REALİTEDİR VE ABD ORAYA GİRECEKTİR SİZİN DE BUNU ÖNLEME ŞANSINIZ YOKTUR VE BU SÜREÇTEN ÜLKENİZ DE ETKİLENECEKTİR. SİZİN GÖREVİNİZ BU SÜRECİ LEHİNİZE ÇEVİRMEK POLİTİKALAR ÜRETMEK BÖLGEDEKİ YENİ PAYLAŞIM VE GÜÇ İLİŞKİLERİNDE YERİNİ ALMAKTIR. KARŞI ÇIKILDIĞI TAKDİRDE BU KARŞI ÇIKIŞ ÜLKENİN SONUNU BİLE GETİREBİLİR. İŞTE BİZ SAĞCILAR BU REALİTEYE UYGUN POLİTİKA YAPIYORUZ GERÇEKÇİYİZ VE SOMUT ÇIKARLAR ÜZERİNDE DÜŞÜNÜYOR BUNA GÖRE DAVRANIYORUZ. İKTİDAR PERSPEKTİFİ OLMAYAN SOL İSE KENDİNİ VE KİTLELERİ İKTİDAR OLAMAMANIN VERDİĞİ HAFİFLİKLE KANDIRMAYA VE HAYAL DÜNYASINDA GEZDİRMEYE DEVAM EDİYOR. ETSİN BAKALIM. AMA BİLSİN Kİ BÖYLE SORUMSUZ POLİTİK ARGÜMANLARLA İKTİDAR OLUNMAZ.’

Yani biraz daha tercüme edersek şunları söylüyor:

'Biz sağcılar, uluslararası ve bölgesel güç ilişkilerini çözmüşüz. Hayatın bir doğası ve akışı var. Dünya üzerinde kurulu düzen, sistem ve ilişkilerin bir işleyiş mantığı ve kendine özgü yapısı var. Bu yapı ve süreç ilişkileri tarihsel köklere dayanır ve binyıllardır böyle varolagelmiştir. Fatih Sultan KARDEŞ KATLİ geleneğini başlatmasaydı Osmanlı 600 sene ayakta kalamazdı. Bizler DEVLETİN VE REJİMİN BEKAASI için varız onun için çalışıyoruz. Çünkü devlet ve sistem arıza yaşarsa ortada solun muhalefet edeceği bir şey kalmayacağı gibi ortaya çıkacak karmaşa ve kaos ile de kimse başedemez. Sol sadece anarşi ve karmaşa vaat ediyor biz ise zor olsa da kendi kendini zamanla düzenleyebilen ve dengeleyebilen bir düzen vaat ediyoruz. Sol en ufak bir ihlalde büyük tepkiler gösteriyor ama ihlaller de yanlışlar da arızalar da tüm sistemlerin ve hatta doğanın kendinden menkul bir sonucudur. Neden yerçekimi var diye soramazsınız o vardır ve onu da değiştiremezsiniz. İktidar olmak istiyorsanız güç ilişkilerini ve iktidarın yapısını anlamalı gerçekçi davranmalısınız. Savaşlar, krizler, bölgesel çatışmalar, etnik ayrışmalar, kavgalar, açlık, yoksulluk, işsizlik gibi sorunlar dünya tarihi boyunca hep vardı ve hep varolmaya devam edecek. Bunlara son verme kaygısıyla harekete geçen Marksistler Leninistler bir şeyler başardılar ama pek de bu doğal yapının dışına çıkabildikleri söylenemez. Reelde tüm hayalci ütopyalar çökmüştür ve ülkeler politikalarını solcuların düşünceleri üzerine kurmaya kalkarlarsa acımasız ve rekabetin yıkıcı ve öldürücü bir hal aldığı bu dünyada ülkenin kaderi bir yokuluşa ve çöküşe doğru gitmeye mahkumdur.’

Silah alındı. 7.8 milyar dolarlık.

Buna karşı olmak realiteden uzaklaşmak mıdır? Değilse neden evet ise neden?

Ve başka bir dünya isteyenlerin başka bir dünyayı yaratma ve başarma olasılıkları potansiyelleri nedir?

İnancımızı neye göre ve nereye konumlandıracağız?

Silahların olmadığı bir dünya mümkün mü? Ya da bu dünyada silahsız kalmak doğru mu?

Evet reel-politik düzlemde bu konu üzerine düşünce ve yorumlarınızı katmanızı rica ediyorum.

Bir yanda MAKYAVELİST SAĞ politikalar öte yanda İNSANDAN DOĞADAN VE EMEKTEN YANA ONUR VE ERDEMİ BAŞAT KILAN İNSANIN DOĞASINDAKİ ŞİDDEDT YIKICILIK VE MERKEZİ GÜÇ OLMA GÜDÜLERİNE SAVAŞ AÇAN sol politikalar.


Nedir doğru olan? Ve neden?

Sevgiyle.

Oktay Çaparoğlu

sessizlik, açılım ve kürt olmak...

sessizlik, açılım ve kürt olmak...

Bir kız çocuğu düşünün. Ceylan ÖNKOL. 13 yaşında. Koyunlar ve inekler için dağdan ot toplamaya gidiyor. 'Anne, bana makarna yapar mısın? Canım çekti.' diyerek evden ayrılıyor. Biraz geçtikten sonra bir patlama sesi duyuluyor ve bölgede 3 askeri karakol olmasına rağmen patlamanın olduğu yere doğru tek bir devlet yetkilisi güvenlik (polis asker vs.) gitme ihtiyacı hisssetmiyor. Ve köylüler patlama sesinin geldiği yere gittiğinde 13 yaşındaki bu kız çocuğunun havan topuyla paramparça edilmiş cesedi ile karşılaşıyorlar. Savcıya doktora haber ediliyor CAN GÜVENLİĞİMİZ YOK bahanesiyle gelmeyi reddediyorlar. Karakolda İMAM'ın eline bir kamera veriliyor ve İMAM ile köylüler kızın parçalanmış cesedini ve bölgeyi görüntüye alıyorlar. Bu arada haykırışlar BURADA YATAN BİR HAYVAN DEĞİL İNSAN, BU DEVLET BİZE HAYVAN MUAMELESİ YAPIYOR. BİZ DE İNSANIZ YETER ARTIK diye feryatlar sarıyor ortalığı. Kızın annesi ve akrabaları çığlıklar atıyor Kürtçe ağıtlar yakıyor kızın parçalanmış bedeni ve etleri etrafa dağılmış Anne topluyor kızının etlerini etekliğine koyarak köye getiriyor. Bu olayın bugün 5. günü. Olay Diyarbakır Lice'de yaşandı. Olay hakkında ulusal medyada siyasilerde sivil toplum örgütlerinde bir ölüm sessizliği hakim. Sol-sosyalist basın ve Taraf gazetesi dışında olayı yazan değinen yok. Bu nasıl bir vicdandır? Bu nasıl bir insanlıktır? Münevver Karabulut'un vahşice katledilmesini gündeminden düşürmeyen medya neden bu noktada SESSİZ kalıyor? DAĞA ÇIKARIM tehdidi savuran siyasiler neden SESSİZ? AKP ve AÇILIM savunucları neden SESSİZ?

Bir istismar konusu daha verilmiş olmuyor mu SİLAHLI MÜCADELE YÜRÜTMEK İSTEYENLERE?

Neden bu devlet bu medya siyasiler sivil toplum örgütleri böyle vahşice bir katliama bu denli sessiz kalıyor?

Kürt olmak suç mu?

Kürt çocuğu olmak suç mu?

Polise taş atan çocuklar 34 yıla varan cezalar alacaklar ve en az 20 yıl yatacaklar. Örgüt üyesi olanların bile teslim oldukları takdirde sorgulanmadan kovuşturmaya bile uğramadan serbest kaldıuğı bir hukuk sistemi polise taş atan KÜRT çocuklarını ÖRGÜTÜN DÜZENLEDİĞİ EYLEME KATILMAK VE KAMU MALINA ZARAR VERMEK suçuyla AĞIR CEZA MAHKEMELERİNDE yargılıyor ve KAFA KESTİĞİ İDDİASIYLA tutuklanan CEM GARİPOĞLU kadar ÇOCUK görülmüyorlar ÇOCUK MAHKEMESİNDE yargılanmıyorlar.

Bir ölümün ardından gelen DEVLET SESSİZLİĞİ ve Kürt çocuklarının karşılaştığı bu muameleler.

Bu şekilde mi aşılacak engeller? Bu şekilde mi sağlanacak TOPLUMSAL BARIŞ? Kürtlere 'BAKIN SİLAHLI MÜCADELE ÇÖZÜM DEĞİL DEVLETİMİZ SİZİN DE DEVLETİNİZ VE SORUNU DEMOKRATİK YOLLARLA ÇÖZELİM' deme hakkını görecek mi kendinde SİYASİ otoriteler?

Tüm suçları doğulu olmak o insanların ve acılarını duyan dillendiren seslendiren yok.

Bir ölüm sessizliği ve karanlığı var. Ve gerçeklerin üstü yalan perdesiyle kapatılmış.

O perdeyi ancak GÜNEŞ kaldırabilir.

Ve eğer doğulu olmak suç ise öyleyse en büyük suç GÜNEŞİNDİR...

Gerçeği arayan, gerçeğin peşinden koşan gerçeğini yitirmeden yaşama onuruna sahip olan herkesi duyarlı olmaya çağırıyorum.

Sevgilerimle.

Oktay Çaparoğlu

02.10.2009

ADANMIŞLIĞA ADANAN ŞİİR

ADANMIŞLIĞA ADANAN ŞİİR


bir aşka adadım ömrümü
gözlerimde özgürlüğü haykırarak
bir sevdaya verdim yüreğimi
içinde başka bir dünya için bin umut taşıyarak
bir kavgayı omuzladı bu sırt... Devamı
bir yükün altında dirençle duran hamal gibi
bir aşkın ateşiyle kavrulurken ağır ağır
yürürken en dikenli yollarında yaşamın
ve ölümle sırdaş yalnızlıklarda sürdürüken inançlarını
çoğalttı kendinden vererek hasretine yandığı güzellikleri

ve şimdi bir kendinden kaçışı yaşamakta acılar
sevinçler küskün ama uzak değil
hemen yanıbaşında
tarifsiz bir yürek yangınının.


oktay çaparoğlu
21.09.2009
İskenderun_Hatay

HACİZ VE YIKIM KARARIYLA GELEN AYRILIK ŞİİRİ

HACİZ VE YIKIM KARARIYLA GELEN AYRILIK ŞİİRİ


zamansız geldi ayrılık

bir yıkım kararında ya da bir hacizin ani baskınında

şaşkın ve kaygılı bir seyredişti gözlerimde kalan

ömrümün hamuruna maya katan aşk

una belenmiş kirpiklerimden akan yaşla karışarak

karıştı harcına sevdanın

bir ayrılık zamansız gelirse

misafir ağırlamayı bilse de yürek

taşımaz ondaki büyük acıyı

şimdi elinde tutanaklar

içine sığmayacak kadar büyük borçlarla vurulmuştum sana

bir memurun sorgusuna düşmüş sevdam

yıkımcılarda yiten aşkımı görmüşüm.

kolay mıdır yolculuklar

bir ayrılığın ardında kalmış ağır aksak adımlarla

ilerler durur artık kopuktur saniyeler dakikalar saatler günler geceler aylar

bilinmez bir denize akar ömrümden geçen yıllar

o denize aldığım yol senden kalan bir ıhlamur yaprağında

kökleriyle taşıyıp yetirirken en uçtaki soymuk borusuna

çizilmiş yazgılara boyun eğmektir şimdi düşen

bu ayrılıktan payıma....


bir demli çay sıcağında ağladım sana

buğusunda bulandı gözlerim

ve ayrılık

o kaçak çayın acı tadında.


oktay çaparoğlu
21.09.2009
İskenderun_Hatay


YAŞANILAN KADERDEKİ GÜN İZİ...

YAŞANILAN KADERDEKİ GÜN İZİ...


bir tercihtir yaşananlar
ve kader
belli belirsiz gölgeler ardında
kendinden menkul bir yazgının
silik ibaresi değildir
farkında olarak ya da bilmeden
akan suyun denizlere varana dek açtığı yatak gibi
rastlantılar zorunluluklar
zorlamalar ve özgür seçimlerimizle
yürüdüğümüz yolun üstünde şekillendirdiğimiz
bir uğrak yeridir ömrümüzün
ve varır
alınan yolların yaşanmışlıklarıyla ördüğü geçmişin kalıntılarıyla
bilinmez bir geleceğe
ve sonunda soluksuzluğunda bir yüreğin
varacağı o karanlık yere...

Oktay Çaparoğlu
20.09.2009
İskenderun - HATAY

AKŞAM GÖLGE VE KIPIRTI

AKŞAM GÖLGE VE KIPIRTI


maça kızına karo papazından öykünmeler...
***********************************
1


kıpırdayan birşeyler var içimde ama kıpırtısız gölgelerde akşam oldu.

*****
2


ben büyük hayaller kurdum
ve kendi anlamımı onlarda buldum
bilemedim bir kendimde kendim için yaşamayı
öğrenemedim küçük mutlulukların da
en az büyük hayaller kadar doldurduğunu anlamsızlık çukurumuzu

ve bir yol ayrımındayım şimdi.
önümde uzak ve zahmetli yolculuklar ardında gizlenmiş umutlar
ardımda vazgeçemediğim
her an hatırımda
gölgelerle çoğalan
anılar...

******
3

mağarasında gizlenen bir ayının kış uykusundayım
yazlar baharlar geçti
günler geceler
yılların her birini dörtleyen mevsimler
ve kaç şubat vurdu kendini 29 a
ben halen
kendi mağarasında
akşamların soğuğunda uyuklayan ayının
düşlerini yaşamaktayım...

******
4


bilmezlikten yada korkudan değil duraksamalarım
çaresizlikten.
elden ne gelir karabasan gecelerden
ve kan ter içinde uyandığım siyahiliği
sevmeye başladığım zamanlardan sonra...

sevdiğim çaresizliklerden sıyrılıp
bilmediğim yollarda istemediğim anlamlar yaşamak da değil bendeki
bir çaresizliğin karanlığından çıkıp
başka başka çareleri
kendi çaresizliğimde karartma ihtimali...

ve yine kıpırdamakta yüreğimde allı yeşilli eflatuni çiçekli dallar
ama kıpırdayan dalların ardında içimde batan bir güneş var.

*******
5


bir aşkın kıyısındayım şimdi
rüzgarlarla dalgalar çarpışmakta karşımda
ve içimde sakin bir göl dinginliği.
derin dip akıntılarına teslim olmuşluğumdan haberim yok belki de
ve rüzgarların harladığı ateşten yükselen alevlerin kızıllığında
bir sevda yangınınım boyverdiğinden...

bir gün batışından arda kalan buruklukta
geriye döner bakar gözlerim
arar yeni ışıkları
yürümekte olduğum yollarda teker teker beliren
sokak lambalarında...

ve bir kıpırtısızlıkta bir akşam
ve bir gölgede bir meçhul cinayete kurban güneşin battığı denizde
bir garip yaşanmışlıktır
suyunda yüreği kaynayan...

*******
6


harfler örgütlenip garip kelimelerle bir birlik kurdular
ve birlikler gelip bir federasyon çatısı altında
isyanlara çağıran sloganlarla
tehlikeli bir örgüt oldular...

içinde
aşk
içinde
umut
içinde
kavga
içinde
sevda
içinde
özgürlük
içinde
adalet
içinde
eşitlik
içinde
kardeşlik
içinde
savaş
içinde
barış
içinde
gelecek
içinde
devrim
var...

içinde
sen
içinde
ben
içinde
biz

var.

susturmalı sloganları
ve bu örgüt
dağıtılmalı...


****
7

bir titrek alevde ışıldayan göz
bir ayrılığın rüzgarında savrulan söz
ve harladığı aşkın ateşinde parlayan köz...
bana hiçliğimi hatırlatır.

*****
8

şair yürektir
beceremeyen ise parmaklar yürektekini dökmeyi
dil de az acemi sayılır hani
karışır gider birbirine yüreğin
hüznü ile sevinci

*****

MUHALİF OLMANIN ZORLUKLARI VE UZUNCANA BİR ANI

MUHALİF OLMANIN ZORLUKLARI VE UZUNCANA BİR ANI

http://www.yenitoplum.org/ytp/yazar.asp?yaziID=192



Bildiğiniz gibi mizah ezilenlerin silahıdır.

Bir kral, padişah, başbakan, vali ya da komutan tüm ciddiyetiyle yürürken hazır olda bekleyen insanların önünde , arkalardan gelecek bir 'KIH KIH KIH KIH' sesinin ne büyük bir sarsıntı yaratacağını tahmin edersiniz herhalde. Konsept bozulmuş karizma dağılmıştır. Artık edecek birşey yoktur. Mizah, en sert, en acı, en katlanılmaz ve baskının en ağır olduğu durumlarda bile ezilenler açısından bir gedik açma aracıdır yaratılan paradigmada.

KARAGÖZ VE HACİVAT NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ' filmini izleyen de vardır aranızda. Yoksa mutlaka izlesinler ne demek istediğimi gayet iyi anlatıyor o film. Böylece örneklerle uzatmak zorunda kalmayayım tezimi :)
Şimdi ne alakası var diyeceksiniz.


Geçenlerde İnşaat Mühendisleri Odası'nın Yeni foçada düzenlediği kampa katılmıştım.
Alıp sazımı gittim destek olalım diye. Sonra yoğun ısrarlara dayanamayıp normalde bir günlüğüne gittiğim kampta kaçak olarak 3 gece 4 gün kaldım :) Ruhumuzda var anarşiklik ve konuyu dağıtmak. Hemen bağlayayım :) İp kısa sonuçta. Zaman gibi bir değer var akıp giden ve durma özürlü.
İkinci gün bir panel vardı. Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Kriz ve seçeneklerimiz üzerine.
Orada bu ülkede muhalif olmanın Kürt olmanın azınlık olmanın gayrimüslim olmanın Alevi olmanın kadın olmanın eşcinsel olmanın ve eğer olabiliyorsa hepsi birden olmanın ne denli zor olduğunu ifade eden bir konuşma yaptım.


O anıyı ayrıntılayarak anlatmak istiyorum.

96 da Tuncelili bir arkadaşla yasal bir sol partiye ait İçişler Bakanlığı'ndan izin alınmış bildirileri dağıttığımız için gözaltına alınmıştık. Sağolsun devletimizin polisi bizi 2 gün boyunca çok iyi ağırladı. Sırtımızdan copu, oramızdan buramızdan elektriği askıyı dayağı soğuk ve sıcak suyla ıslatmayı küfrü dayağı tazyikli suyla hayalarımızı patlatma girişiminde bulunmayı eksik etmediler. Bir de önümüze ÖSS AYARINDA AHİRET SORUSU koydular. HANGİ ÖRGÜTE ÜYESİN?


a) THKP-C Acilciyim acil ve ivedilikle.
b) Devrimci_Yol un yolundayım.
c) TDKP li bir garip gencim.


Baktım sorular çok zor. Gerçi tek soru ama yine de zor. İşkence ne kadar sürecek bilmiyorsun. 15 gün de sürebilir 1 ay da 1 yıl da. O dönem ÖYETMENİM SAVAŞLAYA DUY DEMEK GEYEKMEZ Mİ diyen 12 yaşındaki kız çocuklarının MANİSADA DEVLETİMİZİN terörle mücadele şubelerinde işkenceden geçirildiği ve 16 yaşındaki KURTULUŞ DERGİSİ dağıtıcısı İrfan Ağdaş ın polis kurşunuyla sırtından vurulup ölmeyince polis aracında boğularak öldürüldüğü bir dönem.


Hani öleceğiz ama ne ölmesi kardeşim. Basit bir bildiri için de bunca kahır bunca dert çok değil mi diye de düşünmedim değil. Ama polis diyor zaten bildiri falan önemli değil, biz arkaplanınızı bekgraundunuzu merak ediyruz diye.

Baktım soruya. Gerçi gözlerim bağlı ve askıda idim ama işte sözün gelişi BAKTIM diyorum :)
Yanıtlardaki üç örgüt de tedavülden kalkalı seneler olmuş :) Hani az çok devrimci siyasetle ilgili birinin bilebileceği bir bilgi ama çıkıp da işkence seansında böyle gereksiz bir polemikle polisi rahatsız etmenin manası ne değil mi? Ama dayanamıyorum da bu adamlar uzmanlaşmışsa işkence ve terör(!)le mücadelede az çok bu örgütlerin tarihi ve artık piyasalardan çekildiği konusunda da bilgi sahibi olmaları gerekmez miydi? Olmayan örgütlerin üyeliğinden bizi bilmem nerelere gönderecekler.


Dedim d seçeneği de olsa fena olmazdı hani. Sınavlarda en az 4 seçenek oluyor hatta ÖSS ye girecek bir genç idim iki sene sonrasında. ÖSS de bile 5beş seçenek veriyor yani ÖSYM bile daha insaflı. Hem orada en az 5 soru olur. Çünkü dördü doğru birii yanlış olma hakkına sahip olsun ki birbirini sıfırlayarak tarihe geçebilsin tembelliği çocuğumuzun :) Sınavlarda sıfır çekenlerden sözediyorum elbet.

Neyse işte. Ben dedim ki d şıkkı.Yani 'hiçbiri' seçeneği de olsun canım yapın bir kıyak işte.

Dedi ki polis yok kardeşim. Bana verilen soru üç şık , dördüncü şık yok. kıçından şık uydurma :)
Hani bir kararname falan çıkarsanız çünkü soru yanlış. Ya da olmadı yanıtlara bir şık daha eklerseniz en azından soruyu iptal etme zorunluluğunu kalmaz. Ama anlamıyorlar ki. Arkadaşım böyle sınav olmaz. şimdi bir de bunların işkenceli ikna çabalarına kansam mahkeme de eminim demeyecek bu örgütler yok ki olmayan örgütün üyesi nasıl olunur hem bunlar 16 yaşında çocuklar ne örgütü ne üyesi diye. Basacak cezayı ve yanıtı doğru kabul edecek gönderecek uzaklara.


Üçünden birini işaretlesem -ki kollarım keçeden yapılmış kalın kıllı bir kumaşa ve uzun bir kazığa iple sarılmış İsa’nın çarmıhta durduğundan az şanslı az şanssız olarak durmaktayım askıda. (Şanslı olduğum yön ayaklarım ellerim çivilenmemiş ama arada elektrik verince ona benzer bir acı hissetmiyor değilsin şanssız olduğum yön ise İsa en azından çivilenerek sabitlenmiş ve kollarına fazla yük binmiyor ben ise maşallah bütün bedensel ağırlığımız kollarımıza binmiş. O gün bugün gıcığım bedenime insafsızlığı için. O kollara o yük verilir mi?) - kazanacağım üniversite Sağmalcılar Cezaevi. Okul süresi de minimum ÖRGÜT ÜYELİĞİ bölümü olduğu için 12.5 yıl.

‘Evet Oktay arkadaş. Süreniz dolmak üzere. Biz sizin yerinize c seçeneğini işaretledik. İmzalayın sınav kağıdını ad soyadınızı yazın. Siz de kurtulun bizi de yormayın evde hanım çoluk çocuk bekliyor yazık onlara da çocuğa söz verdim ödevlerine yardımcı olmam gerek. Bak 2 gün oldu sana yeterince süre de verdik. Motive ol diye polislerimiz kahramanca çalıştılar bir istediğin işkenceyi eksik etmediler. Bizi 15 gün daha tutma burada gözünü seveyim.’ dediler.

Bende de bir inat ki sormayın gitsin. Arkadaşım hem soru yanlış hem cevaplar eksik hem de yok yani ben o bölümü istemiyorum ki. Örgüt üyeliği bölümü olan cezaevlerine ne diye gideyim. Dedim ki ‘Nayır nolamaz. Hiçbiri seçeneğinde ısrar ediyorum.’ ‘Emin misin? Son kararın mı? Dediler. Evet dedim son kararım. 'Sen bilirsin bizden günah gitti.' deyiverdi sorgucu polis.


İşkenceler devam etti tabi Ben böyle görev aşkı görmedim. Arada bayılıyorum acıdan sağolsun sorgulama -pardon sınav_ esnasında uyumayarak soruya bana verilen süre içinde yanıt vereyim diye yüzüme soğuk su tutarak ayıltıyorlar. Ekip çalışmasını beğendim herşey çok iyi düşünülmüştü.
İşkencenin bir noktasından sonra attılar hücreye. Ayaklarım suya batıyor. Maşallah göl gibi. Düştüm yere. Üstte bir don bir terlik. Cıbıl cıbıl kaldık orada. Sivrisinekler var ama öyle bir şey görmedim yani. Benekli benekli. Konuyor üstüne iğneyi geçirdi mi ayvayı yedin. Çıkarmıyor namussuz. Vuruyorsun kafasına gitmiyor. Hayvan aşmış kendini. Mübarek, dersin hemşire kan alıyor damardan şırınga ile.
Tabi yüksek sesli bir müzik eşlik ediyor o romantik geceye. Fare sesleri de koro halinde tabi. Bugünlerde öğrendiğime göre 12 eylül işkencehanelerinden geçmiş bir müzik yapımcısı o parçanın telif haklarını alarak herhangi bir yerde çalınmasını yasaklamış. Oh ne iyi etmiş ne iyi etmiş. :)

O şarkı hangisi miydi? TÜRKİYEM TÜRKİYEM CENNETİM BENİM EŞSİZ MİLLETİM. Müşerref Akay coşmuş. Son ses son sürat. İçeride yankılanıyor güzelim ezgisi. Düşündüm dedim bak ne güzel söylemiş kadın. Ünlü olmak ne iyi. Ta nerelerde şarkıların söyleniyor. Sen beste yap söyle şarkı tutsun sonra da ülkemin her köşesinde bucağında ve işkencehanesinde arka arkaya onlarca kez çalınsın. :)

Takır tukur sesler ve sonra bir polis.

'Kalk lan ayağa! Gomünüs!'


'Kalkacak hal mi bıraktınız? Sorulara motive olacağım diye ettiğiniz destekleyici muameleler yüzünden tüm gücümü tükettiniz beni takatsiz bıraktınız.' gibi birşey diyemiyorsun tabi ki.


Zar zor kalktım.Gözlerimi bağladı önce. Karanlık zaten. TÜRKİYEM TÜRKİYEM CENNETİM devam ediyor elbet. Dedi ki:

‘Ulan şerefsiz. Sen Türk değil misin, Sünni değil misin? Tamam diğer şerefsiz hem Kürt hem Alevi. O yapar normal. Sana noluyor azmış p.zevenk!’

Sonra güzel bir dayak. Gözlerimde ışıklar çakıyor her darbesinde kafama vurduğunda.
O çizgi filmler doğruymuş anlayacağınız. Darbe yeyince kafada dolaşan kuş sesleri ve çakmak çakmak çakan kıvılcımlar. Vallaha gerçekmiş. Solcu olursanız anlarsınız. Oraya bir uğramanız gerekecek tabi ki ya da bir hak arama eyleminde coplarla temas etmeniz gerekecek. Yoksa gerçeklik testiniz başarısız olur. evde sakın denemeyin derim. Sonra bana dava açılsın da istemem yani önerilerimden ötürü.
Ben yine koparmayayım.

Sonra öteki geldi.

‘Senin gibi Türk’ün ta anasını avradını …..’

Sonra beriki öteki diğeri derken 6 posta dayak yedim.

TÜRK olup da DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, KÜRT SORUNUNA DEMOKRATİK ÇÖZÜM, BARIŞ, KARDEŞLİK, AYDINLANMA, EMEKTEN VE EZİLENLERDEN YANA ÇÖZÜM istediğim için.

İlginç bir durumdu aslında.Vallahi olayı orada çözdüm. Dayak yerken kafaya aldığım darbeler sırasında gözüm de bağlı olduğu için daha verimli ve çarpıcı düşünme fırsatım oldu.

Toplam yediğim 30 posta dayağın beşte birini sırf TÜRK olduğum için yediğime göre demek ki KÜRT SORUNU TEMEL VE KİLİT BİR SORUNUYMUŞ ÜLKEMİZİN dedim kendi kendime.

Türk Standartları Enstitüsü sanırım 1932 yılında TÜRKLÜĞÜN KAFATASI ÖLÇÜLERİNİ belirleyen bir standart şeklediyor. Tekirdağlı bir aile TÜRKLÜK ÖLÇÜTLERİNE UYAN KAFATASLARINDAN ÖTÜRÜ şehir şehir dolaştırılıyor ve ÜSTÜN OLAN TÜRK IRKININ nerelere dağıldığı tespit edilmeye çalışılıyor. Tabi daha sonra Hitler de aynı yöntemi bizden kopya ediyor ama kafatası ölçümlerinden çıkan sonuç egemenleri üzüyor.

Ama bir gerçeğin de altını çizelim. Türk ırkında bir özellik varmış. Kafatasının arkasında küçük bir fındık büyüklüğünde bir çıkıntı olması lazımmış. O zaman TÜRK oluyorsun. Irk olarak yani. Bende yoktu. Sağolsun bir polis arkadaşımız bendeki bu MİLLİ ŞUUR EKSİKLİĞİNİ farkederek bir görev bilinci geliştirdi ve parmaklara geçirilen ve yumruk atarken epeyce etkili olan demiri takıverdi, sonra ilkin suratıma, sonra kafamın tam o art kısmına, ardından hızını alamayarak sırtımda omurgamın orta yerine ve ardından tam kuyruk sokumuma olmak üzere dörtlenmiş yımruklar zincirini oluşturdu dört bölgede. Acaba KAYIP MU KITASININ TÜRKLÜĞÜNÜ BELGELEYEN BİR İŞARETLEŞME OLAYI MIYDI diye düşünmedim değil yıllar sonra.

Kanamadım ama şiştim yamuldum morardım. Kafatasımın art kısmında oluşan o kutsal simge yani şişkinlik yıllar sonra bile dokunduğumda yerli yerinde durmakta.

Allah razı olsun o Türk polisinden. Onun sayesinde beynimde yer etmeyen Türklük bilincinin eksiklğini her kafatasımın arkasına dokunduğumda hisseder bir şuur tutulması yaşarım :)

Diğer dayaklar biraz daha farklı gerekçelerle atıldı. Kız arkadaşım olmadığı için, görmediğim ve evimdeki aramada ellerine geçirdiklerini iddia ettikleri kalın ve ciltli bir kitabın cildi kırmızı olduğu için, ZAFER İŞARETİ yapmakta kullanılan parmaklarımı burarken GOMİNİST olduğum için, babamın bana ortaokulda aldığı ama çalışmadığım İngilizce set e neden çalışmadığımla ilgili, evde ele geçirdikleri şiirler yazılar mektuplar çalışmalar için, saz çaldığım için tepelenen ellerim ve sayamayacağım birçok şey için dayak yedim.

valla annem yüzünden de çok dayak yedim ama neyse oraya girmeyeyim diyecem dayanamayacağım. Polis gelmiş eve evi arıyor annem başladı beni övmeye.

'ŞÖYLE OKUR BÖYLE ARAŞTIRIR ANNE BİLMEDEN ÖĞRENMEDEN BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLUNMAZ DER AKILLIDIR YAZAR ÇİZER ŞÖYLE İYİ BÖYLE İYİ' derken bilemedi herhalde SİYASİ BİR NEDENLE ALINDIĞINDA AKILLI OLMANIN PEK HAYRA ALAMET OLMADIĞINI.
Bir de o ingilizce seti babamın bize çalışmamız için almasından ve bizim çalışmamız olmamızdan polislere ne.

Ne diye anlatıyorsun kadın sinirlerimi bozuyorsun.


O dayaklardan birinde işte evi arayan polislerden biri geldi. Sesinden tanıdım. Göremiyorum görüş alanımda değiller ki :)


'Ulan o. çocuğu. Ben ilkokulu bitirdiğimde babam bana bisiklet sözü verdiği halde almadı. Baban sana almış sen niye çalışmamışsın it oğlu it.' diyerek onyılların ezikliğini ve hıncını benden çıkardı. Anneme içimden sayp sövecem orda içimden geçiriyorum ama diyorum neyse bilemedi işte :)

Neyse. Bizde yanlışa DOĞRUDUR denmez. Yanlış olan soru ve cevaplarını reddederek yeni bir sınav sorusu ve yanıtları konusunda ikna ettik aşırı direnç göstererek. Ve sağ olsunlar baktılar olmayacak dediler çıkaralım mahkemeye orası versin belasını. Maşallah iddialar dizmişler suçlamalara sanırsın maganda kabadayı biri var karşılarında

Götürdüler önce sağlık muayenesine.

İçeri iki işkenceci girdi. Ellerinde silah sırtımıza dayamışlar. Doktor fark etti ama NO PROBLEM der gibi bakıştılar.

Sordu:
-Herhangi bir yerinizde darp, dayak vb, izi var mı?

Arkaya baktım iki ızbandut gibi görev aşkıyla yanan ve komünist öldürmekten onur duyacak 2 şerefli TÜRK POLİSİ elinde silahla bekliyor.

-YOHHHH dedik.

Korkmamak için gerekçe yok yani. hergün birilerini öldürüldüğünü okuyoruz işkence seanslarında ve sonrasında polisler tarafından. Sağolsun Özel Timci Ayhan Çarkın geçenlerde 'SADECE BEN ÖZEL EMİRLE 1000 DEN FAZLA DEVLET DÜŞMANINI ÖLDÜRDÜM OPERASYONLARDA' dedi de anlattıklarımızı karşı cepheden doğrulamış oldu :)

Yazdı raporu doktorumuz ‘SAĞLAM’ diye. İnsan bir muayene eder değil mi? Meşguldü herhalde ettiği HİPOKRAT YEMİNİ ne işe yaramışsa ben de pek anlamadım. Neyse. Sonra başka bir karakola gittik.

Mürekkepler kağıtlar doldu ortalığa. Biri geldi. Cihan Ünal a ne kadar benziyordu ama gözleri tamamen siyah. Şeytanın gözleri gibi. Zaten bir tane bile tipi düzgün adam yoktu içlerinde bakınca dedim İYİ Kİ GÖZLERİMİ BAĞLAMIŞLAR YOKSA O SURATLAR RÜYALARIMA GİRER BİNLERCE YIL ÇIKMAZDI AKLIMDAN. Sesleri zor unuttum :) Bir de görüntüleri herhalde kafayı tırlatırdım :)

Cihan Ünal a benzeyen herif güzelcene çekti fotoğraflarımızı. Özelmiş o. Bilmem hangi birimin bilmem hangi bölümüne gidecekmiş. Ulan dedim NEYMİŞİZ BİZ BE YA…

Sonra verdiler bir tahta. Üstünde numaralar falan yazıyor önden ve yanlardan fotoğraflar çektiler.
Sonra biri tuttu ellerime mürekkep sürdü.

Her parmak için 10’ar adet parmak izi aldılar. Bir de pençe için onar tane.
Toplam sağ ve sol el için 120 örnek aldılar.

Kollarım koptu. Ellerimi yıkamamı söylediler. Yıkarken lavaboyu mürekkebe boyadım diye de iyi bir dayak yedim

Neyse. Çıktık savcılığa. Savcı bir saydı şaştım kaldım.

Nerden bulmuşlar o kadar suçu vallaha anlamadım. Daha içeri girerken şöyle gençten asil milliyetçi-mukaddesatçı olduğu belli olan bir savcı karşıladı bizi. İşkencecilerimizle birlikte girerken BU İŞ DGM LİK(Devlet Güvenlik Mahkemesi) dedi. Arkadaşım önce bir sorgula ifade al ondan sonra ver kararını. Bak polis arkadaşlar kusursuz bir sistemle çalıştılar sen de öyle davransana. Yok. Sevk etti mahkemeye. Bu arada suçlamaları bir sayayım da tam olsun:

Polise mukavemet, emirlere itaatsizlik, amirlere saygısızlık, yasak yayın bulundurma, yasadışı örgüt sempatizanlığı, Atatürk’e hakaret, Devlet büyüklerine hakaret, Kanunlara saygısızlık, Çevreyi kirletme gibi 10 u aşkın suçlamayı dizmişler. Baktım TÜRK OLUP DA MUHALİF OLMAK suçuyla SORULAN SORULARA VAKTİNDE VE İSTENİLDİĞİ FORMATTA CEVAP VERİLMEYEREK DEVLETİN POLİSİNİ YORMAK, ELEKTİRİĞİNİ VE SUYUNU BOŞA HARCAMAK, HÜCREDE YATIP DA OTEL PARASI VERMEMEK gibi suçlamalar eklememişler iyi ki dedim.


Ve sonuç itibariyle mahkeme yaşımız küçük olduğu ve suçlamalar asılsız olduğu için beraat verdi.
Ama savcı rahat durur mu? İtiraz etti. DGM ye gitti dosyamız. Malatya DGM ye. Allah yanımızda idi demek ki belki de ilk defa tarihinde DGM ye gönderilen bir dosya GÖREVSİZLİK KARARI verilerek geri İskenderun a gönderildi. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yargılandık ve ÇEVREYİ KİRLETMEK suçunu işlediğimiz için bugünün parası ile yaklaşık 5tl para cezasına çarptırıldık.

İlk mahkemeye çıktığımızda İŞKENCE İÇİN DAVA AÇALIM MI diye sordum avukatıma. Dedi ölmek istiyorsan açalım. Ama ben açmam dedi. Bu sefer dedim fırsat bu fırsat mahkemede dile getireyim. Dedim bize işkence ettiler yanlış sorular sorup cevap istediler. Hakim duymazdan geldi. Yaşımız küçük olduğu için baro bize iki avukat atamıştı. İki bayan. Birinin yanına gittim mahkeme bittikten sonra. Dedim bize işkence ettiler. Dedi senin avukatın bilmem ne hanım ona söyle dedi. Gittim onu buldum dedim biz… işkence… dedi senin avukatın diğer arkadaş ona anlat .

Aklıma sendikacı SÜLEYMAN YETER geldi. Sanırım üç kez alınıp işkenceden geçiriliyor ve her seferinde davacı oluyor ve sonunda polis tarafından işkencede öldürülüyor. Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe de öldürüleli birkaç ay olmuş. 1 Mayıs'ta 3 işçi öldürülmüş falandı filandı derken dedim zorlamayayım kalsın. Bu seferlik bizden olsun :)


Yani sonuç olarak muhalif bir TÜRK olmanın bedelini layıkıyla ödedik. Bu sadece bir anı elbet. Daha neler var yaşadığımız anlatsam Aziz Nesinlik tragedya temalı komedyalar zinciri olur.

Polislerin hıncı devam etti yıllarca yakamdan düşmediler.Ya dedim tamam bu aşkın karşılığı yok uzak durun benden. Birbirimize uygun değiliz. Ayrı dünyaların insanlarıyız ayrıca ben ten uyumuna önem veririm aramızda o da yok. Adamlar anlamıyor. Yıllarca taciz ettiler her fırsatta sıkıştırdılar beni :)

Şimdi az ciddileşelim bakalım.

Bu işkenceleri ölümleri zulümleri hak etmek için ne mi yapıyorduk?

Köy okullarına kütüphaneler kuruyorduk, kitap okuma alışkanlığı kazandırıyorduk örgütlediğimiz insanlara, sendikal faaliyetlerde bulunup işçilerin sendika-sigorta-sekiz saat işgünü ve iş güvencesi için mücadele ediyorduk, köylüler daha bilimsel yöntemlerle tarım yapsınlar, çevre ve insan sağlığı korunsun ürettiklerini satabilsinler taban fiyat ve prim uygulaması ile üretici korunsun diye mücadele ediyorduk, kadın hakları için, çocuk hakları için çevre hakları için insan hakları için mücadele ediyorduk.

Fabrikalar atıklarını göllere denizlere bırakmasın, kentsel dönüşüm altında rant alanları oluşturulmasın, farklı kültür ve kimlikler etkileşsin kaynaşsın ve birlikte yaşasın diye mücadele ediyorduk. Açlığa, sefalete yoksulluğa ve eşitsizliklere karşı çarpık kentleşmeye karşı, belediye hizmetlerinden tüm kesimlerin adil bir biçimde yararlanması için mücadele ediyorduk.

Uyuşturucu madde bağımlılığına karşı mücadele veriyorduk.

Parasız eğitim ve sağlık hakkı, bilimsel demokratik özerk üniversite hakkı için mücadele ediyorduk. emekçi çocuklarına devletin imkan ve olanakları kapatılmasın parası olmayanların da eğitim hakkı olsun diye mücadele ediyorduk.

Özgür ve demokratik bir ülkede, farklılıkların ayrımcılığa uğramadan kendi kültürel etnik kimliksel inançsal özgünlüklerini özgürce yaşayabilsinler diye mücadele ediyorduk.

Ve ülkemizi kapitalizmin boyunduruğu altında çokuluslu şirketlerin çöplüğüne çeviren işgücünü onlara peşkeş çeken kendi insanına mutluluğu refahı ve adil bir eşitliği reva görmeyen hak deyince de karşısına ordusuyla polisiyle mahkemesiyle HRANT DİNK örneğinde olduğu gibi besleme kiralık katilleriyle dikilen bu düzeni DEMOKRATİKLEŞTİRMEK için mücadele ediyorduk.

Sadece HADEP üyesi 5000 kişinin derin güçler tarafından katledildiği, 17000 civarında faili meçhul cinayetin işlendiği, 5 milyon Kürdün batıya zorla sürüldüğü, insanların faili meçhul cinayetlerle, işkencelerde yargısız infazlarda öldürüldüğü bir süreçte KÜRT meselesinin ŞİDDETE başvurmadan DEMOKRATİK VE BARIŞÇI yöntemlerle çözümünü istiyorduk.

Bunlardı tüm bu acıları yaşamamıza yol açanlar.

Bugün sivil toplum örgütleri bu mücadeleleri veriyorlar. Koşullar daha rahat. En azından 15-16 yaşındaki üyeleri İŞKENCE GÖRME DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİNDE YARGILANMA gibi bir tehditle karşı karşıya değil.

Ama Kürt çocukları polise taş attıkları için 20 yıla varan cezalarla cezalandırılmaya devam ediyor.

Evet bu ülkede muhalif olmak zor.

Türk olup muhalif olup bir de Kürtlerin, Alevilerin, Azınlıkların, yoksul halkın, çevrenin ve kültürel tarihi değerleri egemenler karşısında savunmak daha da bir garip geliyor nedense.

Esprili başlayan yazımı ciddiyetle bitirdiğim için özür dilerim herkesten.

O günler böyleydi. Ödenen oldukça çok bedel var bu ülkede. En azından unutulmamalı diye düşünüyorum. Bugünlere gelirken geçmişin deneyim, tecrübe ve acılarını zihnimizin bir yanında diri tutmak önemli sanırım. Daha özgür ve güzel bir gelecek inşa etmek için.

Umutluyum yani :)

Anlattığım bu güzel anıyı böyle bir sonla bitirirken tüm arkadaşlara güneşli sıcak ama yağmurlu bir sonbahar ve kış dilerim.


Şimdiden bayramlarını kutlarım.



Oktay Çaparoğlu
18.09.2009

HER BİRİ BAŞKA BİR GECEYARISI DÖKÜLENLER...

HER BİRİ BAŞKA BİR GECEYARISI DÖKÜLENLER...



İlk gece... Bir çadırın tenhasında. Açıklığında bir göğün ve bir denizin kıyısında...


Sırtımı yere verip gökyüzünü seyredalarken ben
Bir aydınlık görmeyi arzuladım pır pır eden uzak yıldızlarda
Pür dikkat kesilmişim
Dudağımda ezgilenen bir türküyle eşlik ederek geceye.
Öylesine güzel dizilmiş öylesine etkileyici ki
Işık tarlalarınndaki ateş böcekleri gibi
Karanlığı yırtan o küçük
Nokta nokta
Sıralı ve sonsuz çokluktaki yıldızlar.

Sözcükler anlamını yitirmekte yine
Kaygılar anlamsız
Ölüm ise bir beyhude korkuluktur şimdi gecede.

Ağaçları okşayan esintileriyle rüzgar
Kimi zaman şefkatli kimi zaman çığılığa dönen sesiyle
Duraksız bir ezgidir kulaklarımda.

Sivrisinekler vızıl vızıl
Aç ve heyecanlı
Paylaşmaktayım
Damarlarımda akan kızıl kanı onlarla
Severek derin hislerle her ayrıntısındaki her zerreyi yaşamın.
Varolmak güzel.

Çelişkiye düşüyorum birden bir ısırığıyla sineğin.
Ölüm çağırıyor yalnızlığımda kendi sofrasına beni
Sonsuz bir karanlığın ortasındaki
Hazin bir suskunluğa mahkum bir sona gittiğini bilmek ne kötü.

Onurumla yaşadım.
Onurumla ölmeyi başarabilecek miyim bakalım...

**************************
*************************

Ve ikinci gece... Yine gökyüzü yine ben yine sivrisinekler ve içimde deli mavi bir çocuk...



Yine umutlar yangında
Yine ateşlere tutsak sevdalardayım.
Ve beklenen gün çok çok uzakta bizlerden
Çünkü zamansız gidişleri yaşamakta ömrümüz.

Dalgalar vuruyor yüreğime
Suskunlukta boğulmuş, binyılların karanlığında kalmış gönlüme.
Avuçlarım terli yüzüm serinlikte
Üşümekte kulaklarım
Annemin kokusunu özler olmuşum
Babamın gülen yüzüyle seslenişini bana
Ve kızkardeş dolusu bir evde
Kendi çocukluğumdaki ağlamayı ve susmayı bilmez halimi özlemişim
Kavgaları, sürtüşmeleri ve yumurtanın kalan kısmını paylaşamazken
Kendimi içinde bulduğum o kardeşlik dolu çekişmeleri.

Uzanıyor ellerim yitip giden sevdalara kavgalara
O zorlu ve büyük mücadelelerde yüreğini ortaya koyan
Çekingen çocuğu arıyorum içimde.
Evet.
Gözlerim seyredalarken yıldızları
İçeride geçmişi özlemekteyim
Çocukça ve kederli bir düşte...

****************************************

Üçüncü gece... zemin sert... sırtım üşürken içimde bir acı hasret hissetmekteyim yine...



Anlamak güç
Ve garip şeyler olmakta
İnsan insana uzak
İnsan insanın acılarına yabancı

Türküler susmuş
Duygulara çalınmış kara lekeler
Ve ezilmiş hislerle
Sevinçler bile
Gizliden gizliye yaşanmakta .

Mutlu olmayı
Avuçlarındaki bozukluklarda bulan çocuk
Yok artık içimizde
Ve kanayan bir yaradır yalnızlığımız...

************************************************

Dördüncü gece... Yorulmuşluğun yükü omzumda ve bulutlar hızla yol almakta gecenin karanlığında verip sırtını rüzgara...



Konuğun olmak isterdim
Konuk olmak sana ve sana ait sözcüklere.
Yakın durmak yüreğindeki sıcağa
Bir çıra tutuşturup içindeki ateşten
Kızıla boyamak bir alevle ve yangınlar ortasında bulmak kendimi.

Bir çiçek demeti olsun diye ellerimde
Sana sunmak için yüreğimden
Geçmişten, soğuktan, ölümden ve yaşanmışlıkların izinden
Doğan günden, güneşte filizlenen umutlardan


Nedir yitirdiğimiz dünde
Ve nedir sürükleyen bizi
Böyle bir paylaşımda kendini bulmaya...

Anlamak ne de zor
ve ne garip bir hayat değil mi?
Tıpkı Neruda"nın söylediği gibi...

İnsan,
Şairane bir çelişkidir....


***************************
Yine dördüncü gece ve geçmişten gelen acılar sancılanmakta her yerimde...




Kendini ararken bir aşkın içinde
Bambaşka bir hüzne gömüldük zamanın içinde.
Parçalanan anlamlarda bulduk kendimizi
Sanki hayat dünkü bizde biçimlenen hayat değil bu gece
Sanki biz değildik yaşayan o geçmişi

İzler kalmış ama bizler değişmekteyiz
Ne kadar hızlı ve çabukça yadsınmakta dün
Ve herşey daha da maddi bir gerçeklik kazanmakta.

Duygular kırgın ruhumuz yitik
Bir kaybolmuşluk hissi yaşamaktayız
Bu yoksunluk çağının içinde.
Neydi sevgi?
Aşk neydi?

Sorgulamaksızın geçen tek bir an var mı kendimizde
Siilikleşen solgunlaşan güzellikleri?
Doğru olan nedir?
Arıyor gözlerimiz arıyor belki de hiç bulunmayacak olanı.
Hiç susmayacak yumuşak bir ses istiyor kulaklarımız
Ve yüreğimiz
Snosuz, büyük, derin ve coşkulu bir aşkı.

Her insan gibi...
İçinde sevgiye muhtaç sevgiye aç bir çocuk taşıyan....



*********************************

Bir karanfil dolusu güzellikler ortasında birbaşına duran
Kırmızı bir gül idi aşk.
Ve bitmiş bir aşka verilen son demet idi ellerimle uzattığım sevgiliye
Ama ne gariptir ki
Ömrümün ilk çiçekleriydi
Yüreğimde çiçeklenen sevgi bahçesinden derip sevgiliye sunulan.

Ve şimdi,
Korkular sarmalamış bir de kaçma isteği.
Güvensizlikler içinde kafakarışıklığı yaşamaktayım.
Neyi ister neyi arzularım bu fani fenalıkta bilemiyorum

Pişmanlıklara gebe bir ömrün ertelenmiş yaşanmışlıklarının
İç burkan boyun büküklüğüdür mahkumu olduğum
Bir ölümün kıyısındayım şimdi
Tam da alışmışken hayata ne büyük bir acıdır
Giderayak söylemek hayata ve aşka dair türküleri.


Yaşayamadıklarımla avunmak zorunda ölümüm...

Ve şimdi karanlık gölgeler büyüyor ufukta
Gün batımı ve geceyi yaşıyor bedenim...


***************************************


O deniz kıyısında oturan ben
Ne büyük kavgalardan
Ne büyük yaralar alarak gelmiştim biliyor musun?

Belki de bunu görmüştün kederle çizgilenen gözlerimde
Ve belki de bu yüzdendi bana karşı hissettiğin yakınlık...

Bir yanımda kızıllığı devrimin ve özgürlüğün renginde açan çiçekler
Öte yanım tutsak olmuş gericiliğin zulmün ve tükenmişliğin pençelerinde.

Çocuk düşlerim vardı büyüttüğüm bir köklü çınar gibi
Ama ben büyüyemeden kalakalmıştım ışıksız gölgelerde.
Yaban ve asi idim dünyaya ve hayata karşı.
Ve herşey ne kadar da saf, el değmemiş ve güzeldi
Yüreğimde anlamlanan yansımalarıyla.

Günden güne kararan bir yürekte bile çoğalabilmişti sevinçler
Ve hep kendimdendi sunduklarım yaşama
Kendimi paralarcasına verdiklerimden ibaretti yitirdiklerim....

Hayatı geç tanıyan bir çocuk kalmış geçmişin gölgesinde büyümeksizin
Yüreği yaralı duyguları incinmiş
Yalanlarla örülü bir dünyada silahsız ve savunmasız
Yalnız bir çocuk.

Geçmiş ne de acı.
Kısık gözlerle bakabiliyorum ancak
Uzaklardan gelen belli belirsiz ışıklara.

Payına düşeni alıyor musun cesaretle
Umutsuzluğa düşmüş bir çocuğun kısılmış gözlerinde
Çoğaltabilmek için yeniden
Yaşam denen umudu...

************************************

Geçmişimden bir gölge beliriverdi aniden
Uykuya yüz tutmuş halime inat
Yarı gerçek yarı sanrı bir düşte
Gözleri ve yüzü karanlığa gömülü bir kadın silüeti
Kapıyı aralayıp girerken odama
Patlayıverdi içimde bir acı çığlık
Acı acı ağladım
Geçmişimden aralanan o kapıdan giren kadını görünce.


**********************************

Oktay Çaparoğlu
01.09.2009-04.09.2009
Yeni Foça - İzmir

BAŞLIKSIZ ÇÖREKLENMİŞ SÖZLER

BAŞLIKSIZ ÇÖREKLENMİŞ SÖZLER

Bir şafak atarken kızıla çalan güzelliğinde tanıdım gökyüzünü,
Sevda rengi bir kızıl, umut rengi maviliklere vuruken aksini
Düş dolusu bir ateş sarısıydı
Bedenimi sarmalayan aydınlığı manzaranın.

Yitip gidene inat yalnızlığımızda
Vuruyordu tepemden güneş
İnadına duruyordu seyredalmışken
Gidenin ardında bıraktığı puslu izleri.

Ve artık giden de kalan da birdi yaşamımda
Ve artık özlenecek çok şey vardı anlamını tükettiğimiz dünyada
Bilmedik akıl kararınca sürmeyi tarlalarımızı,
Eksik bıraktık geçmişizden getirdiğimiz hesaplarda
Yüzleşmelerin tedirginliğine kapılıp
Korkular önünde eğilerek
Yaşanmışlıklarımızı...

Yakamızı bırakmayışı bu yüzdendir gölgelerin
Ve bir yanımız hep takılı kaldı akıp giden zamanda
Asla geri gelmeyecek olana.

Biz inatla sevmeye devam ettik insanı
Kaygılar, kahırlar ve acılar içinde kalsak da
Soluduğumuz havanın
Yüzümüze dokunup saçlarımızı okşayan rüzgarın
Ve sular dolusu serinliklerin ortasında
Bizi var ve anlamlı kılan bu yaşamı.

Bitmedi,
Eksilmedi gülüşler yüzümüzden.

Güzel diri ve saf tuttuk çocuk bakışlı sevmeleri
Ve şimdi dirilmeyi bekleyen bir bahardır ömrümüz

Solup ölen,
Kuruyup dökülen
Çürüyen yapraklara

Filizlenen, yeşillenen
Ve bin kökten beslenip
Kendi dalında yeniden can bulan yapraklara

Baktıkça çözülüverdi anlamlar
Ve döküldü ortalığa birer birer.

Yürümek
Ve umut etmek
Ve belki de umut olmak.
Ve eksikliğini duyduğun herşeyi
Kendinde bulmasını bilmek

Ölüm bir gerçek tıpkı yaşam gibi şu alışamadığımız.
Binlerce olasılık var bekleyen kapımızın önünde
Başucumuzda bekleyen.

Durmamalı.
Alana dek bizden bizi
Biz olmayı sürdürmeli...

Oktay Çaparoğlu

27.09.2009

BİTEN ÖMRE YALNIZLIKTA BİR SERENAD...

BİTEN ÖMRE YALNIZLIKTA BİR SERENAD...



Bir damla gözyaşını dökerken gelmeyenler için gitmeyi bilmez bir ısrarcılıkta sabitleriz kendimizi. Beklediklerimizden ötede bir şeyler var uzağımızda kalan, uzağında durduğumuz avunduğumuz ve kendimizi inandırdığımız varlığına. Her zaman daha güzel daha iyi daha tatminkar olacak sanırız yaşam ve ilişkiler, göremeyiz ki sonsuzluklar arasında sınırlar arasında kalmışızdır ve her an karmaşık duygular içinde bir ezilmişliğin acısını taşırız içimizde. Olgunlaşamayız yaşayıp gideriz anılar çürüyüp eskir birer birer ama biz kalırız ilk günkü halimizde. Yaşamın sonsuz devingenliği ve yaşanılası sonsuz güzellikler ve çirkinlikler arasında kimi zaman seçerek kimi zaman rüzgarın esintisine karışarak savrularak çizeriz kaderimizi ve yazgımızı. Tanrısal bir duyuş olur bazen derin iç çekişlerimizin boğazımızda düğümlenen sancısı. Pişmanlıklar yaşarız, eksiklik duygusu ağır basar bazen ve bir sızı alıp başını gider bedenimizi sarar yüreğimizde iz bırakır en derin uçurumlardan haykırırcasına yankılanır çığlığı anlam arayışımızın. Eksiklikleri duyumsarız yalnız kalışlarımızda bir şeyler solgunlaşmıştır içimizde renkler aynılaşmıştır. Her tükettiğimizde yeni bir aşkı yeni bir dostluğu yeniden inciniriz yeniden sızılar sarar dört yanımızı. Yönümüzü döneriz ileriye bir yanımızı bir parçamızı bırakarak dünde. Yollar devam eder bölüne parçalana ayrıla döne dolana. Yıllar geçer saçlarımızda beyazlar ararız gözlerimizin çeperinde kırışıklıklar. Korkularımız, kaygılarımız, beklentilerimiz özlemlerimiz ve pişmanlıklarımızla yaşar gideriz öte tarafına dünün taşarız yarına bugünden sonraya. Dalıp giden gözlerimizde boşluklara bakarken gökyüzündeki maviliklerin üzerinde küme küme beyazlıklar gibi zeminsiz gezintilere çıkarız. Geçer zaman geçer sancılar unutulur pişmanlıklar ve acılar. Ve yollar devam eder bir bilinmeze doğru. Yaklaştıkça sonumuza duyarsızlaşır sıradanlaşır ve kayıtsızlaşır kalırız ölüm, ayrılık ve acılar karşısında. Gördüklerimizle yaşadıklarımızla biriktirerek gideriz yolumuzda paramparça olmuş kişiliğimiz ve silikleşmiş kimliğimizle. Çünkü her unutuş her kaçış her vazgeçiş her uzaklaşma kimliğimizden benliğimizden bir parça koparıp kurban eder zamana. Sözcükler dökülür belli belirsiz savrulur düşlerimiz ve bir ölüm sessizliğine gömülür gideriz. Geriye bir avuç kül ve keder kalır yaşanmışlıklardan elimizde. Günler geceler boyu sürer kovalamacası ve telaşı gündelik yaşamın. Kalırız aslında başladığımız noktada ve biter bir ömür kendi yalnızlığında.

Biter gün…
Biter gece…
Sessizlik ve ölüm…
Koyu ve kapkara bir zifiri…
Bir bilinmezlik…
Varoluştan geriye döner yokolur gideriz uzaklarda.
Susar can susar beden ve sarılır beyazlara sarılır tabutlara ömrümüz…

Oktay Çaparoğlu
15.06.2009
Hatay -İskenderun