8 Şubat 2010 Pazartesi

DÖKÜLEN YAPRAKLARA BULAŞMIŞ TOZLAR...‏

DÖKÜLEN YAPRAKLARA BULAŞMIŞ TOZLAR...‏



hayat hep başka bir şey oldu benim için,hep farklı oldum

isteyerek ya da bilerek mi seçtim bunu bilmiyorum

sanki bazen yazgısı baştan kaleme alınmış gibidir insanın

ve kendime layık görmedim bu hayatta hiçbir şeyi

bir değersizlik duygusu denebilir miydi

sanmıyorum

kendimden çok başkaları için yaşadım

hep uzak tuttum egomun isteklerini yaşamımdan

başbaşa kaldığımda bazen ağladığım oldu

kaderime yazgıma

tüm zevklerden hazlardan ve mutluluklardan arınmış

acıya kedere hüzne ve zorluklara alışmaya çalışan bu hayat yolculuğuma

her seferinde bu cümleleri kurmak zorunda olmaktan

her seferinde kendimi bu cümlelerle anlatmak zorunda kalmaktan yoruldum desem yeridir

bilmiyorum ne görüyor insanlar bende

ne hissediyor benimle paylaştıklarında

çok umursardım başkalarının ne diyeceğini ne düşüneceğini hakkımda

ama ideallerimle savunduğum değerlerle tutarlı mıyım diye

hep başkalarının eleştirilerine takıldım

çok sevdim ve çok umursadım insanları

hep açık oldum

her şeyimle

çok sonraları fark ettim

bu yalanlarla kirlenmiş dünyada

dürüst olmanın bile

yalan olarak algılanabileceğini,


yalanların gerçekler tarafından maskelendiği,

yumuşak başlılığın hiddeti, güler yüz ün öfkeyi ve kini maskelediği

ağırbaşlılığın sinsiliği sessizliğin içeride dolaşan nice art niyetli çığlığı maskelediğini

çok sonraları öğrendim.


insan,

istese de

göründüğü gibi olamazmış

ve bir insandan

olduğu gibi davranmasını beklemek

ne büyük ve ne imkansızmış çok sonraları fark ettim

öğrenciyim ve yeni başladım hayata.

duvarlarımı yeni yeni kırdım

tüm ezberlerimi bozdum

alışkanlıklarımla savaştım

yıkmak için ne varsa eskiden kalan bende

birer birer sıyrılma çabasındayım

çünkü hayatımı daha güzel kılmadı

daha mutlu etmedi beni

hep başkaları için vazgeçtim kendi hayatımdan

sahip olduğum zamanı olanakları hep başkalarına verdim

bir kadını sevdim ilk ama o kadını seven başkası var diye geri çekildim

hep sırada en sonda oldum

hep fedakarlık yapan ben oldum

düşünen

ayrıntıları gören ve iyilik deposundaki her şeyi herkese sunan ben oldum

kendime yardım etmem gerektiğini fark ettiğimde

yaşım 29 olmuştu

kendimi sevmem gerektiğini

yanlış ve gereksiz insanlarla boş ve anlamsız şeyler paylaşmaktansa

kendimi olduğum noktadan daha ileri taşımam gerektiğinin farkına vardığımda

ama çok yorulmuştum

öylesine seert darbeler yemiştim ki hayattan insanlardan

dirilmek ayağa kalkmak toparlanmak çok zor idi benim için

savaşmak ruhumda var ama kendime karşı duyduğum öfke

en büyük zaafımdı

kendimi anlamaya çalışmak zor idi benim için

kaybettikçe yitirdikçe çözdüm manasını

ölüm diye bir gerçeğin olduğunu daha da derinden yakıcı bir şekilde hissettim


bilim adamı olmak istemiştim idealim buydu

ama hayat çizgim beni devrimci olmaya itti

ve başkalarının acı çektiği bir dünyayı daha adil daha eşit daha özgür kılmak idealine kapıldım

büyük bedeller ödedim

pişman değilim elbet

ama pişmanlığım

bu mücadeleyi veren yürek bende idi

kendimi unuttum

ihmal ettim

hiçbir güzelliğe yaklaşmadım

çünkü beni ölümler işkenceler gözaltılar hapisler karakollar bekliyordu

işkencede erkekliğimi yitirebilirdim

ya da felç olabilirdim

ya da öldürülebilirdim bir sokak arasında polis kurşunuyla

ya da bir faşistin bıçak darbesiyle

ya da mücadelenin bir yerinde zindana düşüp

12 yıla kadar hapse mahkum olabilirdim

göze aldığım hep bunlardı

aydınlık bir dünya için

kendi varlığımdan bedensel ve ruhsal isteklerimden her şeyden vazgeçmiştim

en kötüsüne hazırladım kendimi her şeyin

çünkü özgürlük için savaşmanın bedeli ağırdı bu topraklarda

ve özgürlüğün düşmanı çoktu her yerde

kürtler, aleviler, hristiyan azınlıklar, yoksullar, emekçiler, işçiler, köylüler

emek veren alınteri döken insanlar

daha fazla ezilmesin ayrımcılığa uğramasın sömürülmesin

sosyal adaletin egemen olduğu bir toplumda özgürce ve onurlu bir şekilde yaşasınlar istedim

kavgam bunun içindi

kadın erkek ayrımı olmasın istedim

kadın evine hapsedilmesin sadece cinsel bir obje, ev işlerini yapan angarya işlere mahkum edilen çocuk

doğuran bir mal gibi ve erkeğinin esaretinde dünyadan kendi bedeninden hayattan bihaber yaşamasın

diye


hayatın her alanında erkeğiyle eşit olsun, haklarını savunsun ezilmesin dışlanmasın töre cinayetlerine

kurban gitmesin, babasının, devletin ya da erkeğinin insafına terk edilmesin onurlu bir birey olarak kendi

yaşamına kendisi yön verebilsin diye mücadele ettim

kadın özgürleşmeliydi toplumun özgürleşmesi için

ve erkekliğimle savaştım

erkekliğin getirdiği tüm hırslardan arınmaya çalıştım

cinselliğimle savaştım



türklüğümle savaştım,

bu ülkede türk olmayanlara karşı girişilen onur kırıcı asimilasyoncu katliamlara ve ayrımcılığa karşı savaşırken

sünni kimliğimle savaştım, diğer mezhep ve inançlardan insanlar üzerinde estirilen terör ve mahalle baskısına karşı mücadele ederken

insan kimliğimle yüzleştim savaştım

bu dünyada başka varlıkların da yaşadığı ve onların da yaşama hakkı olduğu gerçeğinin bilincinde olarak

çevre için, ağaçlar kuşlar böcekler koskocaman bir dünyada yaşayan tüm canlılar için

hesaplaştım bu dünyada adaletsizliğe yol açan her şeyle.



hayat beni böyle bir çizgiye getirdi

belki kaderimdi

belki ben seçtim

bilmiyorum

insanlar

dünyalarını daha güzel kılmak için mücadele etmeliydiler

yoksa dünya günden güne daha da kirlenecekti

ama fark ettim ki

bu savaş

çok az insanın verdiği bir savaştı

ve insanlar

bu kirli bozuk çürümüş düzende

kendilerince bir yol bir denge bir düzen kurmuşlar oturtmuşlardı

herkes tıpkı sistem gibi

onun arızlarını kendi hayatlarına alarak

kolay ve kısa yoldan halletmeye çalışıyorlardı sorunlarını

yalan söylüyorlar tuzaklar kuruyorlar hesaplar kitaplar art niyetli ayak oyunlarıyla inşa ediyorlardı

ilişkilerini yaşamlarını

artık bu doğaldı

samimiyet erdem ahlak dürüstlük anlamsız ve saçma kavramlardı insanlar için

ama aslında bu sistemdeki bozuklukların ve arızaların kaynağının

kendi egoist ve bencil tercihlerinden kaynaklandığını görmüyorlardı

herkes şikayetçiydi

bir şeyler daha onurlu olsun istiyorlardı

ama kendileri onurlu davranmıyorlardı

zayıftılar çünkü

zaaflıydılar

bu zaaf ve zayıflıklar onların çaresizliğiydi

dostluk istiyorlardı ama kendileri dost değillerdi kimseye

samimiyet istiyorlardı ama kendilerinde zerre samimiyet yoktu

zenginliği ve mutluluğu hep maddi karşılıklarla ifade ettiler

maddi dünyanın zevklerinde aradılar ve onlarla avunmaya çalıştılar

elde edemeyince mutsuz oldular

elde etmek için türlü kılıklara maskelere büründüler

her maske taktıklarında

insanlıklarından yediklerinin farkında bile olmadılar

doymak nedir bilmediler

hep daha fazlasını istediler

ötekilerinin sahip olduklarını kıskandılar

içlerini büsbütün karanlık ve öfke sardı

kıskançlıktan yana yana kavruldular

haset ettiler

kibirlendiler

yeryüzünde işlenebilecek tüm günahları ruhlarında işlediler

çünkü ruhlarını bir karanlık sarmıştı.


bunların farkında olmaya başladığımda

ölmek istemiştim

yok olmak

hiç olmamış olmak

çünkü ben bu dünyada yaşayamazdım

anlayamıyor çözemiyor anlamlandıramıyordum

bilemiyordum ki nedir neden böyle

nereye varacak

bu insanlar için başka bir dünya olsa bile ruhlarındaki kirin arınmasını sağlamak mümkün değildi ki

insan ancak kendisi isterse değişebilir

ve herkes kendisinden sorumlu

bu gerçeği farkettim sonra

kimin ne olduğunun ne düşündüğünün ne yaşadığının bir önemi yoktu

herkes nasıl ki kendi yolunda ilerliyorsa

ben de kendi yolumda ilerlemeliydim

ben aslında tüm o bedelleri işkenceleri gözaltıları polis baskısını kendim için ödemiştim

ben seçmiştim ve seçimlerimin bedeli buydu.


bilim adamı olamadım

çok yıprandım yoruldum

hayatım ekseninden oldukça saptı

kayboldum yittim gittim

yerimi bulmam gerekiyordu ama ilk fark etmem gereken şey

içimdeki değersizlik duygusunu yenmek

ve duygusal karmaşaya bir son vermekti

hep başkalarını anladım ama kimse beni anlamadı

anlaşılmaya ne de çok ihtiyacım vardı oysa.

ama geçen zamanla daha da iyi anladım anlaşılmayı beklemeden ilerlemem gerektiğini

o nedenle

yalnızlığa mahkum olduğum gerçeğini fark ettim.


herkes kendi dağarcığı yaşam koşulları ve anlam dünyası üzerinden

kendi değerleri üzerinden algılıyor anlıyordu hayatı

ve elbette bana da bu şekilde baktıklarında

niyetlerimi değerlerimi eylemlerimi ve yaşamımı anlamaları olanaksızdı

ancak benimle bu yolda biraz ilerlemeliydiler ki

birşeyleri çözebilsinler.



ama


hep

ürkütücü oldum

korktu insanlar

çekindiler

çünkü ben

lanetlenmiş bir yerindeydim hayatın.

insanların üzerine düşünmek bile istemedikleri korkularla acılarla ve karanlıklarla yüzleşmiştim

fark etmiştim

savaşmıştım

büyük savaşlar vermiştim kendi içimde

yalnızdım artık yürüdüğüm yolda

beni döndürmeye uğraştılar

normalleşmemi istediler

dünyaya dönmemi

halbuki onlar ne kadar çoğuldular ki bu dünyada

ve onların bende gördüklerini anlamaya başladıkça

kafka nın 'metamorfoz'una uğradığımı daha da açık bir şekilde gördüm.

ve önce yalnızlığıma alışmam gerekiyordu

ve mutluluk gereksinimimi yıkmam gerekiyordu

çünkü mutluluk denilen kavram

arzu ve isteklerin bir ürünüdür

mutsuzluk ve acı da

istek ve arzularımızın gerçekleşmemesi ya da yitirilmesi durumunda ortaya çıkar

ben istek ve arzularımı anlamaya ve onları daha derin bir varoluşun istekleri ve aruzlarıyla aşmaya çalıştım

uzun yollar uzun yıllar

giderek yaklaşan bir an var

ölüm

ve ben

onurumla yaşadığım bu hayatta

inandığım güzellikler için

daha fazlasını yapmalıyım


dünya daha yaşanılır bir yer olabilir herkes için


birilerinin av birilerinin avcı olduğu bir vahşete savaşlara katliamlara suçlara sevgisizliğe nefrete öfkeye

ayrımcılığa yokluğa yoksulluğa ve acılara mahkum değiliz

ve içime yöneldim şimdi

fark ettiklerimi anlamlandırmak ve oturtmak için.

bilgeliğin erdemine ulaşmak için.

hayat devam ediyor

ve şimdilik bunlar döküldü içimden...







Oktay Çaparoğlu
26.01.2010
İzmir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder