DÖKÜLEN YAPRAKLARA BULAŞMIŞ TOZLAR...
hayat hep başka bir şey oldu benim için,hep farklı oldum
isteyerek ya da bilerek mi seçtim bunu bilmiyorum
sanki bazen yazgısı baştan kaleme alınmış gibidir insanın
ve kendime layık görmedim bu hayatta hiçbir şeyi
bir değersizlik duygusu denebilir miydi
sanmıyorum
kendimden çok başkaları için yaşadım
hep uzak tuttum egomun isteklerini yaşamımdan
başbaşa kaldığımda bazen ağladığım oldu
kaderime yazgıma
tüm zevklerden hazlardan ve mutluluklardan arınmış
acıya kedere hüzne ve zorluklara alışmaya çalışan bu hayat yolculuğuma
her seferinde bu cümleleri kurmak zorunda olmaktan
her seferinde kendimi bu cümlelerle anlatmak zorunda kalmaktan yoruldum desem yeridir
bilmiyorum ne görüyor insanlar bende
ne hissediyor benimle paylaştıklarında
çok umursardım başkalarının ne diyeceğini ne düşüneceğini hakkımda
ama ideallerimle savunduğum değerlerle tutarlı mıyım diye
hep başkalarının eleştirilerine takıldım
çok sevdim ve çok umursadım insanları
hep açık oldum
her şeyimle
çok sonraları fark ettim
bu yalanlarla kirlenmiş dünyada
dürüst olmanın bile
yalan olarak algılanabileceğini,
yalanların gerçekler tarafından maskelendiği,
yumuşak başlılığın hiddeti, güler yüz ün öfkeyi ve kini maskelediği
ağırbaşlılığın sinsiliği sessizliğin içeride dolaşan nice art niyetli çığlığı maskelediğini
çok sonraları öğrendim.
insan,
istese de
göründüğü gibi olamazmış
ve bir insandan
olduğu gibi davranmasını beklemek
ne büyük ve ne imkansızmış çok sonraları fark ettim
öğrenciyim ve yeni başladım hayata.
duvarlarımı yeni yeni kırdım
tüm ezberlerimi bozdum
alışkanlıklarımla savaştım
yıkmak için ne varsa eskiden kalan bende
birer birer sıyrılma çabasındayım
çünkü hayatımı daha güzel kılmadı
daha mutlu etmedi beni
hep başkaları için vazgeçtim kendi hayatımdan
sahip olduğum zamanı olanakları hep başkalarına verdim
bir kadını sevdim ilk ama o kadını seven başkası var diye geri çekildim
hep sırada en sonda oldum
hep fedakarlık yapan ben oldum
düşünen
ayrıntıları gören ve iyilik deposundaki her şeyi herkese sunan ben oldum
kendime yardım etmem gerektiğini fark ettiğimde
yaşım 29 olmuştu
kendimi sevmem gerektiğini
yanlış ve gereksiz insanlarla boş ve anlamsız şeyler paylaşmaktansa
kendimi olduğum noktadan daha ileri taşımam gerektiğinin farkına vardığımda
ama çok yorulmuştum
öylesine seert darbeler yemiştim ki hayattan insanlardan
dirilmek ayağa kalkmak toparlanmak çok zor idi benim için
savaşmak ruhumda var ama kendime karşı duyduğum öfke
en büyük zaafımdı
kendimi anlamaya çalışmak zor idi benim için
kaybettikçe yitirdikçe çözdüm manasını
ölüm diye bir gerçeğin olduğunu daha da derinden yakıcı bir şekilde hissettim
bilim adamı olmak istemiştim idealim buydu
ama hayat çizgim beni devrimci olmaya itti
ve başkalarının acı çektiği bir dünyayı daha adil daha eşit daha özgür kılmak idealine kapıldım
büyük bedeller ödedim
pişman değilim elbet
ama pişmanlığım
bu mücadeleyi veren yürek bende idi
kendimi unuttum
ihmal ettim
hiçbir güzelliğe yaklaşmadım
çünkü beni ölümler işkenceler gözaltılar hapisler karakollar bekliyordu
işkencede erkekliğimi yitirebilirdim
ya da felç olabilirdim
ya da öldürülebilirdim bir sokak arasında polis kurşunuyla
ya da bir faşistin bıçak darbesiyle
ya da mücadelenin bir yerinde zindana düşüp
12 yıla kadar hapse mahkum olabilirdim
göze aldığım hep bunlardı
aydınlık bir dünya için
kendi varlığımdan bedensel ve ruhsal isteklerimden her şeyden vazgeçmiştim
en kötüsüne hazırladım kendimi her şeyin
çünkü özgürlük için savaşmanın bedeli ağırdı bu topraklarda
ve özgürlüğün düşmanı çoktu her yerde
kürtler, aleviler, hristiyan azınlıklar, yoksullar, emekçiler, işçiler, köylüler
emek veren alınteri döken insanlar
daha fazla ezilmesin ayrımcılığa uğramasın sömürülmesin
sosyal adaletin egemen olduğu bir toplumda özgürce ve onurlu bir şekilde yaşasınlar istedim
kavgam bunun içindi
kadın erkek ayrımı olmasın istedim
kadın evine hapsedilmesin sadece cinsel bir obje, ev işlerini yapan angarya işlere mahkum edilen çocuk
doğuran bir mal gibi ve erkeğinin esaretinde dünyadan kendi bedeninden hayattan bihaber yaşamasın
diye
hayatın her alanında erkeğiyle eşit olsun, haklarını savunsun ezilmesin dışlanmasın töre cinayetlerine
kurban gitmesin, babasının, devletin ya da erkeğinin insafına terk edilmesin onurlu bir birey olarak kendi
yaşamına kendisi yön verebilsin diye mücadele ettim
kadın özgürleşmeliydi toplumun özgürleşmesi için
ve erkekliğimle savaştım
erkekliğin getirdiği tüm hırslardan arınmaya çalıştım
cinselliğimle savaştım
türklüğümle savaştım,
bu ülkede türk olmayanlara karşı girişilen onur kırıcı asimilasyoncu katliamlara ve ayrımcılığa karşı savaşırken
sünni kimliğimle savaştım, diğer mezhep ve inançlardan insanlar üzerinde estirilen terör ve mahalle baskısına karşı mücadele ederken
insan kimliğimle yüzleştim savaştım
bu dünyada başka varlıkların da yaşadığı ve onların da yaşama hakkı olduğu gerçeğinin bilincinde olarak
çevre için, ağaçlar kuşlar böcekler koskocaman bir dünyada yaşayan tüm canlılar için
hesaplaştım bu dünyada adaletsizliğe yol açan her şeyle.
hayat beni böyle bir çizgiye getirdi
belki kaderimdi
belki ben seçtim
bilmiyorum
insanlar
dünyalarını daha güzel kılmak için mücadele etmeliydiler
yoksa dünya günden güne daha da kirlenecekti
ama fark ettim ki
bu savaş
çok az insanın verdiği bir savaştı
ve insanlar
bu kirli bozuk çürümüş düzende
kendilerince bir yol bir denge bir düzen kurmuşlar oturtmuşlardı
herkes tıpkı sistem gibi
onun arızlarını kendi hayatlarına alarak
kolay ve kısa yoldan halletmeye çalışıyorlardı sorunlarını
yalan söylüyorlar tuzaklar kuruyorlar hesaplar kitaplar art niyetli ayak oyunlarıyla inşa ediyorlardı
ilişkilerini yaşamlarını
artık bu doğaldı
samimiyet erdem ahlak dürüstlük anlamsız ve saçma kavramlardı insanlar için
ama aslında bu sistemdeki bozuklukların ve arızaların kaynağının
kendi egoist ve bencil tercihlerinden kaynaklandığını görmüyorlardı
herkes şikayetçiydi
bir şeyler daha onurlu olsun istiyorlardı
ama kendileri onurlu davranmıyorlardı
zayıftılar çünkü
zaaflıydılar
bu zaaf ve zayıflıklar onların çaresizliğiydi
dostluk istiyorlardı ama kendileri dost değillerdi kimseye
samimiyet istiyorlardı ama kendilerinde zerre samimiyet yoktu
zenginliği ve mutluluğu hep maddi karşılıklarla ifade ettiler
maddi dünyanın zevklerinde aradılar ve onlarla avunmaya çalıştılar
elde edemeyince mutsuz oldular
elde etmek için türlü kılıklara maskelere büründüler
her maske taktıklarında
insanlıklarından yediklerinin farkında bile olmadılar
doymak nedir bilmediler
hep daha fazlasını istediler
ötekilerinin sahip olduklarını kıskandılar
içlerini büsbütün karanlık ve öfke sardı
kıskançlıktan yana yana kavruldular
haset ettiler
kibirlendiler
yeryüzünde işlenebilecek tüm günahları ruhlarında işlediler
çünkü ruhlarını bir karanlık sarmıştı.
bunların farkında olmaya başladığımda
ölmek istemiştim
yok olmak
hiç olmamış olmak
çünkü ben bu dünyada yaşayamazdım
anlayamıyor çözemiyor anlamlandıramıyordum
bilemiyordum ki nedir neden böyle
nereye varacak
bu insanlar için başka bir dünya olsa bile ruhlarındaki kirin arınmasını sağlamak mümkün değildi ki
insan ancak kendisi isterse değişebilir
ve herkes kendisinden sorumlu
bu gerçeği farkettim sonra
kimin ne olduğunun ne düşündüğünün ne yaşadığının bir önemi yoktu
herkes nasıl ki kendi yolunda ilerliyorsa
ben de kendi yolumda ilerlemeliydim
ben aslında tüm o bedelleri işkenceleri gözaltıları polis baskısını kendim için ödemiştim
ben seçmiştim ve seçimlerimin bedeli buydu.
bilim adamı olamadım
çok yıprandım yoruldum
hayatım ekseninden oldukça saptı
kayboldum yittim gittim
yerimi bulmam gerekiyordu ama ilk fark etmem gereken şey
içimdeki değersizlik duygusunu yenmek
ve duygusal karmaşaya bir son vermekti
hep başkalarını anladım ama kimse beni anlamadı
anlaşılmaya ne de çok ihtiyacım vardı oysa.
ama geçen zamanla daha da iyi anladım anlaşılmayı beklemeden ilerlemem gerektiğini
o nedenle
yalnızlığa mahkum olduğum gerçeğini fark ettim.
herkes kendi dağarcığı yaşam koşulları ve anlam dünyası üzerinden
kendi değerleri üzerinden algılıyor anlıyordu hayatı
ve elbette bana da bu şekilde baktıklarında
niyetlerimi değerlerimi eylemlerimi ve yaşamımı anlamaları olanaksızdı
ancak benimle bu yolda biraz ilerlemeliydiler ki
birşeyleri çözebilsinler.
ama
hep
ürkütücü oldum
korktu insanlar
çekindiler
çünkü ben
lanetlenmiş bir yerindeydim hayatın.
insanların üzerine düşünmek bile istemedikleri korkularla acılarla ve karanlıklarla yüzleşmiştim
fark etmiştim
savaşmıştım
büyük savaşlar vermiştim kendi içimde
yalnızdım artık yürüdüğüm yolda
beni döndürmeye uğraştılar
normalleşmemi istediler
dünyaya dönmemi
halbuki onlar ne kadar çoğuldular ki bu dünyada
ve onların bende gördüklerini anlamaya başladıkça
kafka nın 'metamorfoz'una uğradığımı daha da açık bir şekilde gördüm.
ve önce yalnızlığıma alışmam gerekiyordu
ve mutluluk gereksinimimi yıkmam gerekiyordu
çünkü mutluluk denilen kavram
arzu ve isteklerin bir ürünüdür
mutsuzluk ve acı da
istek ve arzularımızın gerçekleşmemesi ya da yitirilmesi durumunda ortaya çıkar
ben istek ve arzularımı anlamaya ve onları daha derin bir varoluşun istekleri ve aruzlarıyla aşmaya çalıştım
uzun yollar uzun yıllar
giderek yaklaşan bir an var
ölüm
ve ben
onurumla yaşadığım bu hayatta
inandığım güzellikler için
daha fazlasını yapmalıyım
dünya daha yaşanılır bir yer olabilir herkes için
birilerinin av birilerinin avcı olduğu bir vahşete savaşlara katliamlara suçlara sevgisizliğe nefrete öfkeye
ayrımcılığa yokluğa yoksulluğa ve acılara mahkum değiliz
ve içime yöneldim şimdi
fark ettiklerimi anlamlandırmak ve oturtmak için.
bilgeliğin erdemine ulaşmak için.
hayat devam ediyor
ve şimdilik bunlar döküldü içimden...
Oktay Çaparoğlu
26.01.2010
İzmir
8 Şubat 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder