16 Aralık 2009 Çarşamba

SERAP, AYDIN, 7 ER... AÇILIMI YENİDEN DÜŞÜNMEK...

SERAP, AYDIN, 7 ER... AÇILIMI YENİDEN DÜŞÜNMEK...

İnsan, aklıyla hayatına yön veren bir varlıktır. Akıl, her türlü dogma ve önyargıdan kurtulmadıkça eski alışkanlıklar ve hatalardan kurtulmak mümkün değildir ve tekerrür denilen olay kendi yaşamının öğrettiklerine akılcı gözle bakamayan insanların ve toplumların yaşamaya mahkûm olduğu ve kendi elleriyle çizdikleri bir yazgıdır.

Ve Türkiye halkı, kendi toplumsal-siyasal tarihiyle yüzleşecek bir bellekten yoksun bırakıldığı için olgu ve gerçekleri doğru anlama ve değerlendirme yetisinden de büyük oranda mahrumdur. Çünkü gerçekler sürekli ve sistemli olarak sistemin paradigmalarına uygun bir biçimde yeniden elden geçirilmiş, çarpıtılmış ve o haliyle sunulmuştur. Bu sunumun en etkin ve belirleyici bir biçimde toplumsal zihne dikte ettirildiği yer ise eğitim kurumlarıdır. Bilimsel, akılcı, gerçekçi, eleştirel, sorgulayıcı düşünce yerini egemen resmi ideolojinin beklenti ve biçimlendirmeleri doğrultusunda deforme edilmiş bir dogmalar ve şablonlar dünyasına bırakmıştır. Bu nedenden ötürü ülkemizde özgür bir bilim ve bilimsel üretim olması gereken noktanın çok gerisindedir. Ülkemiz bilimi gibi siyaseti de 'ithalatçı' bir niteliğe sahiptir. İşin esası resmi ideolojinin kendisi İTHAL olunca onunla temas eden her şey - ki ona karşı savaşan düşünce, örgütlenme ve akımlar dahil- 'ithalatçı' bir yapıya dönüşmüştür. Kendi kaynaklarından beslenemeyen bir toplumsal hareket, taklitçi bir özellik kazanmaya mahkûmdur. Ülkemiz bu açıdan bakıldığında TAKLİTÇİLİĞİN neredeyse dünya merkezi konumuna gelmiştir. Sanatta edebiyatta müzikte şiirde dansta sinemada politikada kültürde özetle hemen hemen hayatın tüm alanlarında özgünlüğünü ve özgüllüğünü yitirme durumuyla ve bir kopyacılık ile karşı karşıyayız. Ve elbette bu anlayışın ürünü olarak da kendi sorunlarını analiz etme-çözüm üretme bağlamında yine ithal politikalar ve ideolojiler üzerinden alternatifler geliştirilmekte, kendi nesnel gerçekliğimize oldukça yabancı ve ondan kopuk şablonlar insanlarımıza dikte ettirilmektedir.


Ve kendi özgünlüklerimizi doğru anlamak, tarihsel gerçekliğimizle akılcı bir biçimde IRKÇI önyargılardan kurtularak yüzleşmek ve geçmişten bugüne kalan ve sanırım yarına taşmaya mahkûm sorunlarla başedebilmek için yeniden düşünmek ve tüm kışkırtmalara karşın sağduyulu bir akılcılıkla değerlendirmek gerekiyor yaşadıklarımızı.


Şimdi buradan nereye bağlanacağız?

'Kürt Açılımı' ya da 'Demokratik Açılım' olarak adlandırılan sürecin geldiği noktada ülkenin büyük bir kaosa sürüklenmek üzere olduğu gerçeğine.


Daha önceki birçok yazımda da değinmiştim eğer süreç temel dinamikleriyle kitleye ve parlamentoya mal edilemezse ayrışma eğiliminin güçlenmesine ve halkımız içinde büyük ve aşılması zor duvarların oluşmasının hızlanmasına neden olacaktır.

Yüzyıldır ORTADOĞU’DAKİ TİRANLAR, Kürt Sorunu üzerinden emperyalist güçlerle bir PAZARLIK sürecine girmekte ve emperyalistlerin bölgesel çıkarlarını koruma karşılığında ülkelerinde azınlıklar ve ezilen uluslar üzerinde baskı, şiddet ve asimilasyona dayalı politikalarını sürdürmektedirler.

İngilizlerin yeniden biçimlendirdiği Ortadoğu'da 4 parçaya ayrılan Kürt coğrafyasında yaşayan, İsmail Beşikçi'nin deyimiyle 'ULUSAL SÖMÜRGE BİLE OLAMAYAN' Kürt halkı hemen hemen tüm uluslararası güç dengelerinin Ortadoğu politikalarında bir PAZARLIK MALZEMESİ olarak kullanılmıştır. Gerek statükonun devamını isteyen yerel militarist-oligarşiler gerekse de PETROL VE DOĞALGAZ üzerinden dünya egemenliklerini garanti altına almak isteyen ve bölgesel savaşta bir de SİLAH TİCARETİ ile nemalanan EMPERYALİST güçler Kürt halkının ve bölgede yaşayan diğer azınlıkların üzerinde baskı ve şiddet uygulayarak 'KÜRDİSTAN SORUNU'NU 100 yıldır diri tutmayı başarmışlardır. Şimdi yine AFGANİSTAN'daki ABD çıkarları karşılığında Kürt halkına dönük DEMOKRATİK AÇILIM sürecinin kesintiye uğratılması için ABD'den pazarlıklar sonucu tavizler alındığı iddiasında bulunuyor DTP çevresi. Değerlendirilmeye değer bir analiz.

Şimdi tekrar AÇILIM kavramı ve değişen süreç üzerinden devam edelim.

Bir kez 'AÇILIM', 'DEMOKRATİKLEŞME' ya da 'DAHA FAZLA HAK VE ÖZGÜRLÜK' sözü verildiğinde, 86 yıllık RESMİ DEVLET POLİTİKASI VE İDEOLOJİSİNİN aşılması gibi bir tutum ve güçle ortaya çıkıldığında artık bundan geri adım atmak gibi bir şey söz konusu olabilir mi?

Hülya Avşar;

“Demokratik açılım meselesinden ben çok korkuyorum. Korkuyorum, çünkü bu öyle bir mesele ki, artık dönüşü yok. Bu işe başladıysanız bitirmek zorundasınız.

Aksi halde bu yeni doğmuş bebeğin ağzına memeyi verip en güzel anında çekmeye benzer, ki bu çok tehlikeli. Çünkü o zaman ne olur o bebek? Kıyameti koparır, olay çıkarır. Ne zaman ki sen yine o memeyi ağzına verirsin ya da başka bir meme; ancak o zaman susar, başka türlü kurtulamazsın artık.

Türkler bu ülkenin bölünmemesini istiyor. Buna da sonsuz hakları var ama yöntem hataları yaptıklarını kabul etmeliler. Ben de sonuna kadar Türküm; ama bu Kürtleri yok saymak, onlara etnik baskı yapmak anlamına gelmemeli. Yıllardan beri Anayasa’yı değiştiriyorlar, bir kez de barış için değiştirsinler.” demişti.

İktisat bilimi ile destekleyelim Hülya Avşar’ın tezini. ÜCRET TEORİSİ der ki, ÜCRETLER AŞAĞI DOĞRU ESNEK DEĞİLDİR.

Hak ve özgürlük alanını genişletme çabalarına giriştiğinizde, olayın samimiyeti yada oyun olup olmamasından bağımsız olarak, artık toplumsal tarih yeni bir ivme kazanır ve dengeler yeniden şekillenir. Ve artık insanların, bir önceki duruma gelmelerini beklemek, geri dönüşleri mümkün kılmak olanaksızdır. Türkiye tarihinde bu tarz olaylar çokça yaşanmış ve ancak ASKERİ FAŞİST DARBELERLE kesintiye uğratılabilmiştir. Ve eğer hükümet kararlılık gösteremezse çokça şikayet edip TARİHİ OPERASYON olarak adlandırdığı ERGENEKON OPERASYONU ile engellemeye çalıştığı ASKERİ DARBEYE şimdi kendisi bizzat neden olacaktır. Çok tehlikeli bir durum için felaket tellallığı yaptığımın farkındayım ama realiteyi doğru anlamak gerek.

Ülkemizde güç ilişkileri, kaygan bir zeminde ve hızlı bir biçimde değişebilen zincirleme olaylarla yeniden biçimlendirilebilmektedir.
Elbette burada ülkemiz ekonomik-siyasal-sosyal sisteminin güdümünde olduğu bir EMPERYALİST İLİŞKİ VE MÜDAHALE gerçeği ortaya çıkmaktadır.


Ülkemizde halen belirleyici güç ilişkileri ve dengeler içerisinde KİTLELER yani HALKIN ANA GÖVDESİ bir TEBAA olarak seyirci kalan ve tepeden gelen değişimlere ayak uydurmaya zorlanan bir niteliktedir. Örgütsüzdür, Sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının talep istek ve önerileri siyasal otoriteler tarafından dikkate alınmamaktadır.

İstanbul Kadıköy'de yürüyen yüzbinlerce ALEVİ yurttaşın AYRIMCILIĞA KARŞI EŞİT YURTTAŞLIK HAKKI TALEBİ karşısında siyasal otoritelerin tepkisi ne olmuştur acaba? Görmezden gelmek... Başkaca da bir şey beklenebilir miydi DEVLET GELENEĞİNDE HALKIN HİÇBİR HAK, ETKİ VE BELİRLEYİCİLİĞİ olmadığı bir ülkede?

Elbette ülkemizde çok şey değişmiştir ama temel dengeler ve dinamikler konumunu ve belirleyiciliğini aynen korumaktadır. Statüko aşılamamıştır. Bu sebepten ötürüdür ki çok sevinemiyoruz EN TARİHİ AÇIKLAMALARA, RESTLEŞMELERE VE EZBER BOZMALARA rağmen.

Açılıma tekrar gelecek olursak, DTP'ye açılan KAPATMA davasının görüşülmeye başlandığı bugünlerde TOKAT’ta 7 gencin, İstanbul’da SERAP'ın, Diyarbakır'da AYDIN'ın öldürülmesi yeniden bir provokatif sürece dikkat çekmemizi zorunlu kılmaktadır.

İktidarların iktidarsız olduğu ve parlamentonun halkın değil egemen güçlerin çıkarları için çalıştığı bir ülkede EMEKTEN, İNSANDAN, TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERDEN, DEMOKRASİDEN, HUKUKTAN VE SOSYAL DEVLET ANLAYIŞININ EŞİTLİKÇİLİĞİNDEN yana bir SİSTEMİN var edilmesi, BİREY bilincinin ve ekonomik-toplumsal yaşamda SOSYAL ADALETİN egemen kılınması pek mümkün ve kolay görünmüyor.

Ve yine dikkat çekmek istediğim bir nokta var.

Ezilenlerin, emekçilerin çocuklarının öldüğü bir savaş üzerinden rantlarını sürdürmek isteyen güçlere DUR diyebilme cesareti ve kararlığını gösteremezsek, savaşın ve çatışmaların yaratacağı cehennemin de diyetini ödemekle yükümlü olan biz olacağız yine. Ölen 7 asker de, SERAP da AYDIN da, bir binbaşının, albayın, milletvekilinin, bürokratın, bir siyasi parti genel merkez yöneticisinin ya da TÜSİAD-MÜSİAD üyesi bir sanayicinin oğlu kızı ya da evladı değil. Bizim evlatlarımız.

Aklımızla davranıp, vicdanımıza dokunmadığımız ve empati yapmadığımız sürece KAYBETTİKLERİMİZİN SORUMLUSU olmaya devam edeceğiz.

İnsan yalnızca yaptıklarından, söylediklerinden değil yapmayıp söylemediklerinden de sorumludur.

Hayatta cesaretin de korkaklığın da bir bedeli ve diyeti vardır.

ETKİ-TEPKİ yasası.

Hadi kolları sıvayalım.

Ve bizi bize öldürterek kendi hükümranlıklarını sürdüren SAVAŞ TANRILARINA dur diyelim.

Özgür bir bilinç ve sorgulayıcı bir akıl ile AKAN KANI DURDURALIM.

Gerçeği arayalım. Savaşın ve şiddetin gölgesinde kan bürümüş gözlerimizin, öfkemizin ve nefretimizin, yüreğimizdeki İNSAN SEVGİSİNİ yok etmesine izin vermeyelim. İnsan DOĞASI GEREĞİ sevgiyle dolu ve AKLI ile hayatını yönlendiren bir varlıktır. Kışkırtılmış duygularla davranmayalım ve bizi mahkûm etmek istedikleri ÇIKMAZLARA karşı ÖRGÜTLÜ bir biçimde tavır koyalım.

BARIŞI arayalım.

Sevgiyle.

Oktay Çaparoğlu
08.12.2009
İzmir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder