16 Aralık 2009 Çarşamba

NEDENSİZ BİR SESSİZLİKTE BULMAK KENDİNİ...

NEDENSİZ BİR SESSİZLİKTE BULMAK KENDİNİ...


bazen suskunluk iyidir. sessizlik içerisinde birşeyleri anımsamak ve aynı sessizlikte kendini tartmak.

yalnızlık da iyidir bazen.

doğarken yalnız idik.

ölürken de yalnız olacağız.

hayatın iki gerçekliği vardır.

hayatın kendisi ve ölüm...

yalnızlıktan kaçma isteğimiz, ölümden kaçma, öleceğimizi unutma isteğimizin bir yansımasıdır.

sessizlikler ortasında yalnız kalmak,

ölümün gölgesinde serinlemek gibidir.

hayata küserek gölgesinde serinlediğimiz ölüm düşüncesi,

ve anlamını kavramaya çalıştığımız varoluşun derin girdabında kayboluşlarımız...

ayaklarımızın altında bir zemin ararız.

sımsıkı tutunacak dallar...

ana kucağı gibi,

sevgilinin omzu gibi...

bizi bizden alıp başka yerlere götürecek, anlamsızlık duygumuzu bastırarak kendimizi değerli hissetmemizi sağlayacak sığınaklarda bulmak isteriz bedenimizi.

Ama ruhumuz hep ayrık durur bedenimizden...

Bir yerlerde geçmişin izlerinden sıyrılamayışımızın acısı çalkalanır durur.

Suskun yüreğimiz daha bir ağır çarpar.

Heyecanını yitirir.

Duygular karmakarışık olur.

Ve sonsuzlukta yitip giden bir çığlık oluverir haykırışımız...

Bağırmak, haykırmak ve çığlık olmak mı daha kolay?

Yoksa kabullenip yalnızlığı gömülüp sessizliğe kendini ölüme kaptırmak mı?

Ne diyordu Ahmet Altan...

Nilüfer çiçekleriyiz aslında...

Ne kök salabilmişiz olduğumuz yere,

Ne de göçüp gidebilmeyi göze almışız özgürce...

Kirlenen havuzun sularında kendi pisliğimize bulaşmışız.

Kimse alıp ellerine koklamamış bizi,

Kimse vazosunda manzarasından bir parça yapmamış,

ihtiyacımız olduğunu düşünmemiş ki...

Hem özgür hem yalnız hem de kirli...

hem çığırtkan hem sessiz...



oktay çaparoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder