16 Aralık 2009 Çarşamba

MUHALİF OLMANIN ZORLUKLARI VE UZUNCANA BİR ANI

MUHALİF OLMANIN ZORLUKLARI VE UZUNCANA BİR ANI

http://www.yenitoplum.org/ytp/yazar.asp?yaziID=192



Bildiğiniz gibi mizah ezilenlerin silahıdır.

Bir kral, padişah, başbakan, vali ya da komutan tüm ciddiyetiyle yürürken hazır olda bekleyen insanların önünde , arkalardan gelecek bir 'KIH KIH KIH KIH' sesinin ne büyük bir sarsıntı yaratacağını tahmin edersiniz herhalde. Konsept bozulmuş karizma dağılmıştır. Artık edecek birşey yoktur. Mizah, en sert, en acı, en katlanılmaz ve baskının en ağır olduğu durumlarda bile ezilenler açısından bir gedik açma aracıdır yaratılan paradigmada.

KARAGÖZ VE HACİVAT NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ' filmini izleyen de vardır aranızda. Yoksa mutlaka izlesinler ne demek istediğimi gayet iyi anlatıyor o film. Böylece örneklerle uzatmak zorunda kalmayayım tezimi :)
Şimdi ne alakası var diyeceksiniz.


Geçenlerde İnşaat Mühendisleri Odası'nın Yeni foçada düzenlediği kampa katılmıştım.
Alıp sazımı gittim destek olalım diye. Sonra yoğun ısrarlara dayanamayıp normalde bir günlüğüne gittiğim kampta kaçak olarak 3 gece 4 gün kaldım :) Ruhumuzda var anarşiklik ve konuyu dağıtmak. Hemen bağlayayım :) İp kısa sonuçta. Zaman gibi bir değer var akıp giden ve durma özürlü.
İkinci gün bir panel vardı. Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Kriz ve seçeneklerimiz üzerine.
Orada bu ülkede muhalif olmanın Kürt olmanın azınlık olmanın gayrimüslim olmanın Alevi olmanın kadın olmanın eşcinsel olmanın ve eğer olabiliyorsa hepsi birden olmanın ne denli zor olduğunu ifade eden bir konuşma yaptım.


O anıyı ayrıntılayarak anlatmak istiyorum.

96 da Tuncelili bir arkadaşla yasal bir sol partiye ait İçişler Bakanlığı'ndan izin alınmış bildirileri dağıttığımız için gözaltına alınmıştık. Sağolsun devletimizin polisi bizi 2 gün boyunca çok iyi ağırladı. Sırtımızdan copu, oramızdan buramızdan elektriği askıyı dayağı soğuk ve sıcak suyla ıslatmayı küfrü dayağı tazyikli suyla hayalarımızı patlatma girişiminde bulunmayı eksik etmediler. Bir de önümüze ÖSS AYARINDA AHİRET SORUSU koydular. HANGİ ÖRGÜTE ÜYESİN?


a) THKP-C Acilciyim acil ve ivedilikle.
b) Devrimci_Yol un yolundayım.
c) TDKP li bir garip gencim.


Baktım sorular çok zor. Gerçi tek soru ama yine de zor. İşkence ne kadar sürecek bilmiyorsun. 15 gün de sürebilir 1 ay da 1 yıl da. O dönem ÖYETMENİM SAVAŞLAYA DUY DEMEK GEYEKMEZ Mİ diyen 12 yaşındaki kız çocuklarının MANİSADA DEVLETİMİZİN terörle mücadele şubelerinde işkenceden geçirildiği ve 16 yaşındaki KURTULUŞ DERGİSİ dağıtıcısı İrfan Ağdaş ın polis kurşunuyla sırtından vurulup ölmeyince polis aracında boğularak öldürüldüğü bir dönem.


Hani öleceğiz ama ne ölmesi kardeşim. Basit bir bildiri için de bunca kahır bunca dert çok değil mi diye de düşünmedim değil. Ama polis diyor zaten bildiri falan önemli değil, biz arkaplanınızı bekgraundunuzu merak ediyruz diye.

Baktım soruya. Gerçi gözlerim bağlı ve askıda idim ama işte sözün gelişi BAKTIM diyorum :)
Yanıtlardaki üç örgüt de tedavülden kalkalı seneler olmuş :) Hani az çok devrimci siyasetle ilgili birinin bilebileceği bir bilgi ama çıkıp da işkence seansında böyle gereksiz bir polemikle polisi rahatsız etmenin manası ne değil mi? Ama dayanamıyorum da bu adamlar uzmanlaşmışsa işkence ve terör(!)le mücadelede az çok bu örgütlerin tarihi ve artık piyasalardan çekildiği konusunda da bilgi sahibi olmaları gerekmez miydi? Olmayan örgütlerin üyeliğinden bizi bilmem nerelere gönderecekler.


Dedim d seçeneği de olsa fena olmazdı hani. Sınavlarda en az 4 seçenek oluyor hatta ÖSS ye girecek bir genç idim iki sene sonrasında. ÖSS de bile 5beş seçenek veriyor yani ÖSYM bile daha insaflı. Hem orada en az 5 soru olur. Çünkü dördü doğru birii yanlış olma hakkına sahip olsun ki birbirini sıfırlayarak tarihe geçebilsin tembelliği çocuğumuzun :) Sınavlarda sıfır çekenlerden sözediyorum elbet.

Neyse işte. Ben dedim ki d şıkkı.Yani 'hiçbiri' seçeneği de olsun canım yapın bir kıyak işte.

Dedi ki polis yok kardeşim. Bana verilen soru üç şık , dördüncü şık yok. kıçından şık uydurma :)
Hani bir kararname falan çıkarsanız çünkü soru yanlış. Ya da olmadı yanıtlara bir şık daha eklerseniz en azından soruyu iptal etme zorunluluğunu kalmaz. Ama anlamıyorlar ki. Arkadaşım böyle sınav olmaz. şimdi bir de bunların işkenceli ikna çabalarına kansam mahkeme de eminim demeyecek bu örgütler yok ki olmayan örgütün üyesi nasıl olunur hem bunlar 16 yaşında çocuklar ne örgütü ne üyesi diye. Basacak cezayı ve yanıtı doğru kabul edecek gönderecek uzaklara.


Üçünden birini işaretlesem -ki kollarım keçeden yapılmış kalın kıllı bir kumaşa ve uzun bir kazığa iple sarılmış İsa’nın çarmıhta durduğundan az şanslı az şanssız olarak durmaktayım askıda. (Şanslı olduğum yön ayaklarım ellerim çivilenmemiş ama arada elektrik verince ona benzer bir acı hissetmiyor değilsin şanssız olduğum yön ise İsa en azından çivilenerek sabitlenmiş ve kollarına fazla yük binmiyor ben ise maşallah bütün bedensel ağırlığımız kollarımıza binmiş. O gün bugün gıcığım bedenime insafsızlığı için. O kollara o yük verilir mi?) - kazanacağım üniversite Sağmalcılar Cezaevi. Okul süresi de minimum ÖRGÜT ÜYELİĞİ bölümü olduğu için 12.5 yıl.

‘Evet Oktay arkadaş. Süreniz dolmak üzere. Biz sizin yerinize c seçeneğini işaretledik. İmzalayın sınav kağıdını ad soyadınızı yazın. Siz de kurtulun bizi de yormayın evde hanım çoluk çocuk bekliyor yazık onlara da çocuğa söz verdim ödevlerine yardımcı olmam gerek. Bak 2 gün oldu sana yeterince süre de verdik. Motive ol diye polislerimiz kahramanca çalıştılar bir istediğin işkenceyi eksik etmediler. Bizi 15 gün daha tutma burada gözünü seveyim.’ dediler.

Bende de bir inat ki sormayın gitsin. Arkadaşım hem soru yanlış hem cevaplar eksik hem de yok yani ben o bölümü istemiyorum ki. Örgüt üyeliği bölümü olan cezaevlerine ne diye gideyim. Dedim ki ‘Nayır nolamaz. Hiçbiri seçeneğinde ısrar ediyorum.’ ‘Emin misin? Son kararın mı? Dediler. Evet dedim son kararım. 'Sen bilirsin bizden günah gitti.' deyiverdi sorgucu polis.


İşkenceler devam etti tabi Ben böyle görev aşkı görmedim. Arada bayılıyorum acıdan sağolsun sorgulama -pardon sınav_ esnasında uyumayarak soruya bana verilen süre içinde yanıt vereyim diye yüzüme soğuk su tutarak ayıltıyorlar. Ekip çalışmasını beğendim herşey çok iyi düşünülmüştü.
İşkencenin bir noktasından sonra attılar hücreye. Ayaklarım suya batıyor. Maşallah göl gibi. Düştüm yere. Üstte bir don bir terlik. Cıbıl cıbıl kaldık orada. Sivrisinekler var ama öyle bir şey görmedim yani. Benekli benekli. Konuyor üstüne iğneyi geçirdi mi ayvayı yedin. Çıkarmıyor namussuz. Vuruyorsun kafasına gitmiyor. Hayvan aşmış kendini. Mübarek, dersin hemşire kan alıyor damardan şırınga ile.
Tabi yüksek sesli bir müzik eşlik ediyor o romantik geceye. Fare sesleri de koro halinde tabi. Bugünlerde öğrendiğime göre 12 eylül işkencehanelerinden geçmiş bir müzik yapımcısı o parçanın telif haklarını alarak herhangi bir yerde çalınmasını yasaklamış. Oh ne iyi etmiş ne iyi etmiş. :)

O şarkı hangisi miydi? TÜRKİYEM TÜRKİYEM CENNETİM BENİM EŞSİZ MİLLETİM. Müşerref Akay coşmuş. Son ses son sürat. İçeride yankılanıyor güzelim ezgisi. Düşündüm dedim bak ne güzel söylemiş kadın. Ünlü olmak ne iyi. Ta nerelerde şarkıların söyleniyor. Sen beste yap söyle şarkı tutsun sonra da ülkemin her köşesinde bucağında ve işkencehanesinde arka arkaya onlarca kez çalınsın. :)

Takır tukur sesler ve sonra bir polis.

'Kalk lan ayağa! Gomünüs!'


'Kalkacak hal mi bıraktınız? Sorulara motive olacağım diye ettiğiniz destekleyici muameleler yüzünden tüm gücümü tükettiniz beni takatsiz bıraktınız.' gibi birşey diyemiyorsun tabi ki.


Zar zor kalktım.Gözlerimi bağladı önce. Karanlık zaten. TÜRKİYEM TÜRKİYEM CENNETİM devam ediyor elbet. Dedi ki:

‘Ulan şerefsiz. Sen Türk değil misin, Sünni değil misin? Tamam diğer şerefsiz hem Kürt hem Alevi. O yapar normal. Sana noluyor azmış p.zevenk!’

Sonra güzel bir dayak. Gözlerimde ışıklar çakıyor her darbesinde kafama vurduğunda.
O çizgi filmler doğruymuş anlayacağınız. Darbe yeyince kafada dolaşan kuş sesleri ve çakmak çakmak çakan kıvılcımlar. Vallaha gerçekmiş. Solcu olursanız anlarsınız. Oraya bir uğramanız gerekecek tabi ki ya da bir hak arama eyleminde coplarla temas etmeniz gerekecek. Yoksa gerçeklik testiniz başarısız olur. evde sakın denemeyin derim. Sonra bana dava açılsın da istemem yani önerilerimden ötürü.
Ben yine koparmayayım.

Sonra öteki geldi.

‘Senin gibi Türk’ün ta anasını avradını …..’

Sonra beriki öteki diğeri derken 6 posta dayak yedim.

TÜRK olup da DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, KÜRT SORUNUNA DEMOKRATİK ÇÖZÜM, BARIŞ, KARDEŞLİK, AYDINLANMA, EMEKTEN VE EZİLENLERDEN YANA ÇÖZÜM istediğim için.

İlginç bir durumdu aslında.Vallahi olayı orada çözdüm. Dayak yerken kafaya aldığım darbeler sırasında gözüm de bağlı olduğu için daha verimli ve çarpıcı düşünme fırsatım oldu.

Toplam yediğim 30 posta dayağın beşte birini sırf TÜRK olduğum için yediğime göre demek ki KÜRT SORUNU TEMEL VE KİLİT BİR SORUNUYMUŞ ÜLKEMİZİN dedim kendi kendime.

Türk Standartları Enstitüsü sanırım 1932 yılında TÜRKLÜĞÜN KAFATASI ÖLÇÜLERİNİ belirleyen bir standart şeklediyor. Tekirdağlı bir aile TÜRKLÜK ÖLÇÜTLERİNE UYAN KAFATASLARINDAN ÖTÜRÜ şehir şehir dolaştırılıyor ve ÜSTÜN OLAN TÜRK IRKININ nerelere dağıldığı tespit edilmeye çalışılıyor. Tabi daha sonra Hitler de aynı yöntemi bizden kopya ediyor ama kafatası ölçümlerinden çıkan sonuç egemenleri üzüyor.

Ama bir gerçeğin de altını çizelim. Türk ırkında bir özellik varmış. Kafatasının arkasında küçük bir fındık büyüklüğünde bir çıkıntı olması lazımmış. O zaman TÜRK oluyorsun. Irk olarak yani. Bende yoktu. Sağolsun bir polis arkadaşımız bendeki bu MİLLİ ŞUUR EKSİKLİĞİNİ farkederek bir görev bilinci geliştirdi ve parmaklara geçirilen ve yumruk atarken epeyce etkili olan demiri takıverdi, sonra ilkin suratıma, sonra kafamın tam o art kısmına, ardından hızını alamayarak sırtımda omurgamın orta yerine ve ardından tam kuyruk sokumuma olmak üzere dörtlenmiş yımruklar zincirini oluşturdu dört bölgede. Acaba KAYIP MU KITASININ TÜRKLÜĞÜNÜ BELGELEYEN BİR İŞARETLEŞME OLAYI MIYDI diye düşünmedim değil yıllar sonra.

Kanamadım ama şiştim yamuldum morardım. Kafatasımın art kısmında oluşan o kutsal simge yani şişkinlik yıllar sonra bile dokunduğumda yerli yerinde durmakta.

Allah razı olsun o Türk polisinden. Onun sayesinde beynimde yer etmeyen Türklük bilincinin eksiklğini her kafatasımın arkasına dokunduğumda hisseder bir şuur tutulması yaşarım :)

Diğer dayaklar biraz daha farklı gerekçelerle atıldı. Kız arkadaşım olmadığı için, görmediğim ve evimdeki aramada ellerine geçirdiklerini iddia ettikleri kalın ve ciltli bir kitabın cildi kırmızı olduğu için, ZAFER İŞARETİ yapmakta kullanılan parmaklarımı burarken GOMİNİST olduğum için, babamın bana ortaokulda aldığı ama çalışmadığım İngilizce set e neden çalışmadığımla ilgili, evde ele geçirdikleri şiirler yazılar mektuplar çalışmalar için, saz çaldığım için tepelenen ellerim ve sayamayacağım birçok şey için dayak yedim.

valla annem yüzünden de çok dayak yedim ama neyse oraya girmeyeyim diyecem dayanamayacağım. Polis gelmiş eve evi arıyor annem başladı beni övmeye.

'ŞÖYLE OKUR BÖYLE ARAŞTIRIR ANNE BİLMEDEN ÖĞRENMEDEN BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLUNMAZ DER AKILLIDIR YAZAR ÇİZER ŞÖYLE İYİ BÖYLE İYİ' derken bilemedi herhalde SİYASİ BİR NEDENLE ALINDIĞINDA AKILLI OLMANIN PEK HAYRA ALAMET OLMADIĞINI.
Bir de o ingilizce seti babamın bize çalışmamız için almasından ve bizim çalışmamız olmamızdan polislere ne.

Ne diye anlatıyorsun kadın sinirlerimi bozuyorsun.


O dayaklardan birinde işte evi arayan polislerden biri geldi. Sesinden tanıdım. Göremiyorum görüş alanımda değiller ki :)


'Ulan o. çocuğu. Ben ilkokulu bitirdiğimde babam bana bisiklet sözü verdiği halde almadı. Baban sana almış sen niye çalışmamışsın it oğlu it.' diyerek onyılların ezikliğini ve hıncını benden çıkardı. Anneme içimden sayp sövecem orda içimden geçiriyorum ama diyorum neyse bilemedi işte :)

Neyse. Bizde yanlışa DOĞRUDUR denmez. Yanlış olan soru ve cevaplarını reddederek yeni bir sınav sorusu ve yanıtları konusunda ikna ettik aşırı direnç göstererek. Ve sağ olsunlar baktılar olmayacak dediler çıkaralım mahkemeye orası versin belasını. Maşallah iddialar dizmişler suçlamalara sanırsın maganda kabadayı biri var karşılarında

Götürdüler önce sağlık muayenesine.

İçeri iki işkenceci girdi. Ellerinde silah sırtımıza dayamışlar. Doktor fark etti ama NO PROBLEM der gibi bakıştılar.

Sordu:
-Herhangi bir yerinizde darp, dayak vb, izi var mı?

Arkaya baktım iki ızbandut gibi görev aşkıyla yanan ve komünist öldürmekten onur duyacak 2 şerefli TÜRK POLİSİ elinde silahla bekliyor.

-YOHHHH dedik.

Korkmamak için gerekçe yok yani. hergün birilerini öldürüldüğünü okuyoruz işkence seanslarında ve sonrasında polisler tarafından. Sağolsun Özel Timci Ayhan Çarkın geçenlerde 'SADECE BEN ÖZEL EMİRLE 1000 DEN FAZLA DEVLET DÜŞMANINI ÖLDÜRDÜM OPERASYONLARDA' dedi de anlattıklarımızı karşı cepheden doğrulamış oldu :)

Yazdı raporu doktorumuz ‘SAĞLAM’ diye. İnsan bir muayene eder değil mi? Meşguldü herhalde ettiği HİPOKRAT YEMİNİ ne işe yaramışsa ben de pek anlamadım. Neyse. Sonra başka bir karakola gittik.

Mürekkepler kağıtlar doldu ortalığa. Biri geldi. Cihan Ünal a ne kadar benziyordu ama gözleri tamamen siyah. Şeytanın gözleri gibi. Zaten bir tane bile tipi düzgün adam yoktu içlerinde bakınca dedim İYİ Kİ GÖZLERİMİ BAĞLAMIŞLAR YOKSA O SURATLAR RÜYALARIMA GİRER BİNLERCE YIL ÇIKMAZDI AKLIMDAN. Sesleri zor unuttum :) Bir de görüntüleri herhalde kafayı tırlatırdım :)

Cihan Ünal a benzeyen herif güzelcene çekti fotoğraflarımızı. Özelmiş o. Bilmem hangi birimin bilmem hangi bölümüne gidecekmiş. Ulan dedim NEYMİŞİZ BİZ BE YA…

Sonra verdiler bir tahta. Üstünde numaralar falan yazıyor önden ve yanlardan fotoğraflar çektiler.
Sonra biri tuttu ellerime mürekkep sürdü.

Her parmak için 10’ar adet parmak izi aldılar. Bir de pençe için onar tane.
Toplam sağ ve sol el için 120 örnek aldılar.

Kollarım koptu. Ellerimi yıkamamı söylediler. Yıkarken lavaboyu mürekkebe boyadım diye de iyi bir dayak yedim

Neyse. Çıktık savcılığa. Savcı bir saydı şaştım kaldım.

Nerden bulmuşlar o kadar suçu vallaha anlamadım. Daha içeri girerken şöyle gençten asil milliyetçi-mukaddesatçı olduğu belli olan bir savcı karşıladı bizi. İşkencecilerimizle birlikte girerken BU İŞ DGM LİK(Devlet Güvenlik Mahkemesi) dedi. Arkadaşım önce bir sorgula ifade al ondan sonra ver kararını. Bak polis arkadaşlar kusursuz bir sistemle çalıştılar sen de öyle davransana. Yok. Sevk etti mahkemeye. Bu arada suçlamaları bir sayayım da tam olsun:

Polise mukavemet, emirlere itaatsizlik, amirlere saygısızlık, yasak yayın bulundurma, yasadışı örgüt sempatizanlığı, Atatürk’e hakaret, Devlet büyüklerine hakaret, Kanunlara saygısızlık, Çevreyi kirletme gibi 10 u aşkın suçlamayı dizmişler. Baktım TÜRK OLUP DA MUHALİF OLMAK suçuyla SORULAN SORULARA VAKTİNDE VE İSTENİLDİĞİ FORMATTA CEVAP VERİLMEYEREK DEVLETİN POLİSİNİ YORMAK, ELEKTİRİĞİNİ VE SUYUNU BOŞA HARCAMAK, HÜCREDE YATIP DA OTEL PARASI VERMEMEK gibi suçlamalar eklememişler iyi ki dedim.


Ve sonuç itibariyle mahkeme yaşımız küçük olduğu ve suçlamalar asılsız olduğu için beraat verdi.
Ama savcı rahat durur mu? İtiraz etti. DGM ye gitti dosyamız. Malatya DGM ye. Allah yanımızda idi demek ki belki de ilk defa tarihinde DGM ye gönderilen bir dosya GÖREVSİZLİK KARARI verilerek geri İskenderun a gönderildi. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yargılandık ve ÇEVREYİ KİRLETMEK suçunu işlediğimiz için bugünün parası ile yaklaşık 5tl para cezasına çarptırıldık.

İlk mahkemeye çıktığımızda İŞKENCE İÇİN DAVA AÇALIM MI diye sordum avukatıma. Dedi ölmek istiyorsan açalım. Ama ben açmam dedi. Bu sefer dedim fırsat bu fırsat mahkemede dile getireyim. Dedim bize işkence ettiler yanlış sorular sorup cevap istediler. Hakim duymazdan geldi. Yaşımız küçük olduğu için baro bize iki avukat atamıştı. İki bayan. Birinin yanına gittim mahkeme bittikten sonra. Dedim bize işkence ettiler. Dedi senin avukatın bilmem ne hanım ona söyle dedi. Gittim onu buldum dedim biz… işkence… dedi senin avukatın diğer arkadaş ona anlat .

Aklıma sendikacı SÜLEYMAN YETER geldi. Sanırım üç kez alınıp işkenceden geçiriliyor ve her seferinde davacı oluyor ve sonunda polis tarafından işkencede öldürülüyor. Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe de öldürüleli birkaç ay olmuş. 1 Mayıs'ta 3 işçi öldürülmüş falandı filandı derken dedim zorlamayayım kalsın. Bu seferlik bizden olsun :)


Yani sonuç olarak muhalif bir TÜRK olmanın bedelini layıkıyla ödedik. Bu sadece bir anı elbet. Daha neler var yaşadığımız anlatsam Aziz Nesinlik tragedya temalı komedyalar zinciri olur.

Polislerin hıncı devam etti yıllarca yakamdan düşmediler.Ya dedim tamam bu aşkın karşılığı yok uzak durun benden. Birbirimize uygun değiliz. Ayrı dünyaların insanlarıyız ayrıca ben ten uyumuna önem veririm aramızda o da yok. Adamlar anlamıyor. Yıllarca taciz ettiler her fırsatta sıkıştırdılar beni :)

Şimdi az ciddileşelim bakalım.

Bu işkenceleri ölümleri zulümleri hak etmek için ne mi yapıyorduk?

Köy okullarına kütüphaneler kuruyorduk, kitap okuma alışkanlığı kazandırıyorduk örgütlediğimiz insanlara, sendikal faaliyetlerde bulunup işçilerin sendika-sigorta-sekiz saat işgünü ve iş güvencesi için mücadele ediyorduk, köylüler daha bilimsel yöntemlerle tarım yapsınlar, çevre ve insan sağlığı korunsun ürettiklerini satabilsinler taban fiyat ve prim uygulaması ile üretici korunsun diye mücadele ediyorduk, kadın hakları için, çocuk hakları için çevre hakları için insan hakları için mücadele ediyorduk.

Fabrikalar atıklarını göllere denizlere bırakmasın, kentsel dönüşüm altında rant alanları oluşturulmasın, farklı kültür ve kimlikler etkileşsin kaynaşsın ve birlikte yaşasın diye mücadele ediyorduk. Açlığa, sefalete yoksulluğa ve eşitsizliklere karşı çarpık kentleşmeye karşı, belediye hizmetlerinden tüm kesimlerin adil bir biçimde yararlanması için mücadele ediyorduk.

Uyuşturucu madde bağımlılığına karşı mücadele veriyorduk.

Parasız eğitim ve sağlık hakkı, bilimsel demokratik özerk üniversite hakkı için mücadele ediyorduk. emekçi çocuklarına devletin imkan ve olanakları kapatılmasın parası olmayanların da eğitim hakkı olsun diye mücadele ediyorduk.

Özgür ve demokratik bir ülkede, farklılıkların ayrımcılığa uğramadan kendi kültürel etnik kimliksel inançsal özgünlüklerini özgürce yaşayabilsinler diye mücadele ediyorduk.

Ve ülkemizi kapitalizmin boyunduruğu altında çokuluslu şirketlerin çöplüğüne çeviren işgücünü onlara peşkeş çeken kendi insanına mutluluğu refahı ve adil bir eşitliği reva görmeyen hak deyince de karşısına ordusuyla polisiyle mahkemesiyle HRANT DİNK örneğinde olduğu gibi besleme kiralık katilleriyle dikilen bu düzeni DEMOKRATİKLEŞTİRMEK için mücadele ediyorduk.

Sadece HADEP üyesi 5000 kişinin derin güçler tarafından katledildiği, 17000 civarında faili meçhul cinayetin işlendiği, 5 milyon Kürdün batıya zorla sürüldüğü, insanların faili meçhul cinayetlerle, işkencelerde yargısız infazlarda öldürüldüğü bir süreçte KÜRT meselesinin ŞİDDETE başvurmadan DEMOKRATİK VE BARIŞÇI yöntemlerle çözümünü istiyorduk.

Bunlardı tüm bu acıları yaşamamıza yol açanlar.

Bugün sivil toplum örgütleri bu mücadeleleri veriyorlar. Koşullar daha rahat. En azından 15-16 yaşındaki üyeleri İŞKENCE GÖRME DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİNDE YARGILANMA gibi bir tehditle karşı karşıya değil.

Ama Kürt çocukları polise taş attıkları için 20 yıla varan cezalarla cezalandırılmaya devam ediyor.

Evet bu ülkede muhalif olmak zor.

Türk olup muhalif olup bir de Kürtlerin, Alevilerin, Azınlıkların, yoksul halkın, çevrenin ve kültürel tarihi değerleri egemenler karşısında savunmak daha da bir garip geliyor nedense.

Esprili başlayan yazımı ciddiyetle bitirdiğim için özür dilerim herkesten.

O günler böyleydi. Ödenen oldukça çok bedel var bu ülkede. En azından unutulmamalı diye düşünüyorum. Bugünlere gelirken geçmişin deneyim, tecrübe ve acılarını zihnimizin bir yanında diri tutmak önemli sanırım. Daha özgür ve güzel bir gelecek inşa etmek için.

Umutluyum yani :)

Anlattığım bu güzel anıyı böyle bir sonla bitirirken tüm arkadaşlara güneşli sıcak ama yağmurlu bir sonbahar ve kış dilerim.


Şimdiden bayramlarını kutlarım.



Oktay Çaparoğlu
18.09.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder