8 Eylül 2009 Salı

YAŞAMA DAİR SÖZ ÖBEKLERİ...



YAŞAMA DAİR SÖZ ÖBEKLERİ...



SUSKUN VE SESSİZ BİR DURUŞUN GÖLGESİNE SAKLANDIĞIM BİR YANIMDADA HER ZAMAN BİR HAYKIRIŞ SAKLI İDİ.

DURGUNLUĞUMU BESLEYEN FIRTINALARIN ORTASINDA KALMIŞLIĞIN ÇARESİZLİĞİ İDİ.

BİR BAŞINA YAPAYALNIZ SOYUTLARKEN BİLİNCİMİ BEDENİMDEN, KALABALIKLARIN ÇILDIRTAN YABANCILAŞMASI VE TEKBAŞINALIĞI İDİ DERİNLEŞTİREN VE SONSUZ GİRDAPLARA KAPTIRAN YÜREĞİMİ.

HER SABAH İNSANLAR İÇİN GÜNAYDINLANIP, YENİ GÜZELLİKLER SUNARKEN,BEN BELİRSİZLİKLERE BOĞULU YÜREĞİMDE IŞIKSIZ GECELERİ YAŞARDIM GİZLİCE.

HAYAT TATLI ANILARI VE KARMAŞASI İLE ÇEKERKEN İNSANLARI, BENDE UMARSIZ BİR DİNGİNLİĞE VE UZAKLAŞMA İSTEĞİNE NEDEN OLMAKTAYDI.

BELKİ TANIMLAYAMADIĞIM İÇİN BELKİ DE TANIMLANMASI GEREKMEDİĞİ HALDE, ANLAMLANDIRMAYA ÇALIŞTIĞIM İÇİNDİ HAYATLA ARAMA GİREN O GARİP MESAFE.

HAYATI YAŞAMAK YA DA ONU SORGULAMAK.

TERCİHLERİMİZ DEĞİLMİYDİ BİZİ BİZ YAPAN VE BİR DİĞERİNDEN FARKLI KILAN.

HAYATA HANGİ PENCEREDEN BAKTIĞIMIZ YA DA ONDA NASIL BİR ANLAM KEŞFETTİĞİMİZ.

KİMİ ZAMANINI ONU SORGULAMADAN TÜKETİRKEN KİMİMİZDE SADECE SORGULATIP KENDİNİ TÜKETİYORDU.

NE MENEM BİR ÇELİŞKİDİR Kİ HAYATIN SINIRLI VE SONUNUN NE ZAMAN GELECEĞİNİN BELLİ OLMAYACAĞINI BİLDİĞİMİZ HALDE , HİÇ ÖLMEYECEKMİŞ GİBİ ONUNLA UĞRAŞIYOR YA DA ONU GELECEK KAYGISINA DÜŞMEDEN TÜKETİYORUZ.

YARINA BUGÜNDEN NE BIRAKABİLECEĞİNİN DEĞİL BUGÜN KENDİSİNE SUNULAN BU KREDİDEN NE KADARINI HARCAYIP, KÜÇÜK MUTLULUKLARA FEDA EDECEĞİMİZİN KAYGISINDA ÇOĞUMUZ.


Oktay Çaparoğlu
21.06.2006

***********************************************************************************

Ben, Kendim ve Sen


ne arıyorum bu dünyada?
bu beden bana bir zindan.
beynim zincirlere vurulmuş.
suskunluğun korkunç karanlığına boğulmuş insanlık.
dalgalar bile sessiz...
çığlıklar duyulmaz olmuş.
ya kulaklar sağır
ya sesler yankılanamamakta bilincinde insanlığın...




OKTAY ÇAPAROĞLU
01 Kasım 2007

************************************************************************************


başı mı son sonu mu başıdır bu dökülenlerin...




yaşama kattıklarımız kadar anlamlandırırız yaşamı.

ve geçmişin bilincimizin derinliklerinde bıraktığı izler, farkındalıklarımızı bir belirsizlik silsilesi içinde boğmakta bizi müthiş bir eylemsizliğin içine itmekte.

kendimle ilgili görüngülere dışsal etkilere ihtiyacım olduğunu düşünüyorum bazen. ne kadar bencilce değil mi?

sahip olduğumuz yetenekleri, birikimi, değerleri yaşatabilmek ve hayatta ifade edebileceğimiz alanlar yaratabilmek.

öyle bir konumdayım ki derin bir bataklığa kaptırmış gibiyim bilincimin ayaklarını.

hareketsiz beklemekteyim. ve bekledikçe ağırdan ağıra çekmekte beni içine.

kimbilir belki de kurtulmayı düşünmemeliyim. dalmalıyım gideceğim veya beni götüreceği yere.

yalnızlık özlemi, her anına sığdırılan sonsuz sınırsız devinen hareketli düşünceler sorgulamalar hesaplaşmalar...

kopmakta bazen teli birşeylerin...

elimize gitarı, bağlamayı ya da kemanı aldığımızda yüreğimizde yankı bulan sesleri nasıl döktürüyorsak ezgiler halinde örgütleyerek notaları, yaşamımızın da tekilliklerini aynı şekilde bir beste gibi ezgileyip bir türkü gibi söyleyebilmeyi başarma meselesi...

başarısızlık diye birşey var mıdır?

başarı diye birşey yada...

mutlu olmayı istemek ne de anlamsız bir çaba...

hele anlamsızlığın rahatsızlığını duymak...

insan olmak ne de zor. algılamak algıladıklarından inanılmaz sonuçlar çıkarmak dönüştürmek onları ve yeni pratik biçimleri yaratmak öğrendiklerimizle...

ne inanılmaz bağlantılar yakalıyor bilinci insanın ve hep bir arayış içerisinde...

durmayı bilmeyen bir arayış..

şimdi bu arayışın tüketim toplumunda farklı biçimlere evrildiği insan zekasının aklının köleleştirilip kısırlaştırıldığı bir süreç...

bizi insan yapan özelliklerimiz niteliklerimiz egemenlik kâr ve güç olma hırslarımız uğruna, çıkar elde etme dürtümüz uğruna bizi insan olmaktan çıkaran parçacıklar olmuş durumda.

nedir kaybımız kaybetmekten kişiliğimizi değerlerimizi...

duruşumuzu anlamlı kılan nedir anlamsızlığın primli ikramiyeli yalan ve sahteliklerle dolu dünyasında...

uzayıp gider cümleler...

aslolan pratiğidir kişinin...

eylemdir...

düşünceler fikirler eylemde bulur karşılığını ve bir hayalet etli kemikli bir güç haline gelir...

engeller çok...

duvarları içimize ördük de biz kendimizin dışında kaldık...

içimize özümüze dönmek için kendimizde dışarıdan vurulacak darbelerle yıkılacak duvarları zorlamanın kavgasıdır artık insan olma mücadelesi.

yol uzun zorlu ve bir değişik...

susuyorum...

suskunluğumda çoğalıyor kelimeler...

dinmiyor yankısı kulaklarımda bilincimin ezgilediği melodiler...

çoğalarak baskılıyor beynimi...

ve bataklık çekiyor hala içine içine...

iyi midir kötü müdür bunu tartışmak anlamsız...

çünkü yaşıyoruz

ve insanız...

sevgiyle ve dostça kalın...



OKTAY ÇAPAROĞLU

01 Kasım 2007


***********************************************************************************


SÜRGÜN...


ne kendin olarak mutlusundur ne onlara benzeyerek...

her zaman içinde bir yabancılık kalır.

yüreğinde bir burkuntudur geçirdiğin zamanda payına düşen uzaklarda.

ait hissetmezsin kendini. ne oraya ne buraya...

ne kendinsindir ne bir başkası...

kendinde sürgünlüğün iç acıtan yalnızlığı...

yaşamın uzağındadır bir yanın...

öte yanın tam ortasında...

gülüşlerinle aydınlatırsın geceyi ama günlerin karanlıktadır yüreğinde...

kararsızlıkları yaşarsın kendince.

susuşlara boğulur bakışların en koyusunda bir sohbetin...

yabancılaştığın kendinde yakınlaşırken onlara, onlara yabancılaştıkça hissedersin içindeki tekbaşınalığı...

farklı değilsindir onlardan ama onlar gibi de değilsindir...

iki arada bir derede kalmışlığın sancısı sarsar benliğini...

müziğine, yemeğine, ten rengine, gözlerine bakışlarına yabancısındır tanıdık olduğun kadar...

hep bir mesafe vardır dünyanla dünya arasında...

ve mutluluğunu gölgeler sürgün sevdaların, sürgün özlemlerin...

bir nergize benzer artık bedenin...

ne kök salabilmiştir toprağa...

ne de kıpırdayabilmektedir günbegün kirlenen gölün içinde...

ama umut hep biryerlerde olacak...

sevda kokacak bir yerlerde...

özgürleştikçe zihninde zincirlenen duygular kopardıkça ipleri ve saldıkça kanatlarını gökyüzüne...

dirilişin adı olacak geçmişin kapanmamış hesapları arasında gizlenen acılar...


OKTAY ÇAPAROĞLU



************************************************************************************


acıların acısında acımak acınmışlığa...

***



Acılar dosttur insana...

yalansızdırlar, gerçeği hafifletmezler, uyarıcıdırlar...

acı derinleştikçe çare arayışına girer insan. düştüğü çözümsüzlüklerden acıları sayesinde kurtulur.

samimidir acılar. içtenlikle paylaşırlar kederi. yandıkça kıvrandıkça hissederiz benliğimizi, kendimizi...

bize yaşadığımızı ve varolduğumuzu hatırlatır çarparcasına yüzümüze. çünkü ancak can taşıyan bir varlık acı çekebilir...

terbiye eder bizi, dinginleştirir, büyütür, olgunlaştırır... güçlü kılar... şu açık bir gerçektir ki insan zaferlerinden mutluluklarından değil, yenilgilerinden ve acılarından öğrenir...

kaçma hakkı tanımaz acılar, sığınma hakkı da... birebir yüzleşmek zorunda bırakır gerçekliğin kavuran aleviyle...

acılar en yakınıdır insanın...

yaşamda tamamen yalnız olduğumuzu anımsatır bize. o an acıyı tüm boyutlarıyla yaşayan yalnızca bizizdir. ötekilere düşen yalnızca empati yapmaktır.

acı çeken duramaz yerinde, kıvranır, inler, yıkılmışlıkların arasında da olsa kabullenemez susmayı, derin haykırışlarda bulur kendini...

ballanır, olgunlaşır, güzelleşir insan acı çektikçe...

acılardan süzülür anlamı yaşamın...

gerçek olan acının ta kendisidir.

varlık bilmecesini anlayan akıl, acı çeker çözümlemek isterken.

gerçek insan insan gibi insan en mutlu anda bile acı çeken, çektiği acıdan gocunmayan, onun dilini anlayan ve yaşamı bu algılayışla kavrayan insandır...

iyi acılar...




OKTAY ÇAPAROĞLU


************************************************************************************

PAYLAŞMAK İSTERKEN ORTALIĞA SAÇILAN KIRINTILAR...


insan yaşanmışlıklarından yaptığı çıkarsamalarla üretir kendini.

yaşamı algılayışı hissedişi duyumsayışı...



derin okyanuslarda gezinmek risklidir çoğu kez.

soluksuz kalmanın da ötesinde kendini kaybetmek gibi bir durum vardır o karmaşanın kaosun ve çoğulluğun içinde.

kendimizi arıyoruz. ve çoğumuz henüz kendimizin farkına varmadan ölüp gidiyor bu dünyadan. kendi anlamımızı çözmeye gizemleri anlamaya çalışıyor bilinçaltımız. suskunluklarımız da dalgınlıklarımız da uzakları seyre dalıp maviliklere gözlerimizi kaptırışımız da işte bu nedenden ötürü değil mi?

bir ırmağın akışını izlerken, ya da bir mumun yanarken alevlerindeki renk cümbüşünü seyrederken, ya da gökyüzünde ağırdan ağırdan hareket eden bulutların o görkemli yürüyüşüne bakarken hep kendimizdeki arayışlar değil midir bizi bilinmedik diyarlara sürükleyen...

mutluluğu ararız, sevgiyi, aşkı...

huzuru ararız...

ama çoğu kez hamlıklarımız, gururumuz, dikkafalılığımızla feda ederiz...

küçük hesaplara değişiriz güzelliğini arkadaşlığın, dostluğun ya da aşkın...

günlük çıkarlara anlık zevklere değişiriz gerçek sevginin varlığımızı benliğimizi saran güzelliğini...

insanız...

kendimizi arıyoruz...

susuşlarımızla kanayan onurumuzda,

eylemsizliğimizle tükenen yarınımızda...

kendimizi arıyoruz...

özgür bir bakış ile gökyüzünü görmektense gözlerinde sevincin,

köleliğin esaretinde paranın şehvetin arzuların ve çıkarların sahte parıltılarına bakıyoruz vitrinlerinde insan pazarların...

sevmeyi öğrenemedik...

sevilmenin anlamını kavramamıza daha çok var...

farklılıklarla çoğalan yaşamı tekdüzeleştirmeye uğraşırken yiyoruz insanlığımızı...

yaşamın derin anlamı halen i,çimizde bir yerlerde çözülmeyi bekliyor...

çözecek erdeme, ahlaka, bilgeliğe, güzelliğe, aşka, sevgiye ulaşabilecek miyiz?

inasnırsak, güvenirsek ve seversek tüm kirlenmişliklere çürümüşlüklere ve yitirilmişliklere rağmen... neden olmasın...

olacak...

herşey çok güzel olacak buldukça bir kuş cıvıltısında tadını yaşamın. ve gülen bir gözde hissettikçe aksimizi....

yaşamak güzeldir ve yaşamak direnmektir...

kolaya kaçmadan, korkmadan, ürkmeden ilerleyebilmek...

zorluklara, acılara, engellere göğüs gerebilmek.

işte meselenin de özü budur...

insanız...

insan olmaktır biricik gayemiz...

ve aşkla sevgiyle üretmektir yaşamı...



oktay çaparoğlu


***********************************************************************************

kendinde kendinlik


Kendini ararken yitirdiğin şeyler varsa aradığın şey kendin değildir ya da sen kendinde değilsindir... Kendiliğinden bir arayıştır aslolan. Kaygısız, endişeden ve telaştan uzak. Bulacakların seni tatmin etmeyecek çünkü en derinlere indikçe ne kadar sığ bir yaşam sürdüğünü farkedeceksin ve bu özfarkındalık seni daha da mutsuz edecek. Kendini anladıkça doğayı, kainatı ve yaşamı da anlayacaksın. Varoluşun bir yük haline gelecek ve bedenin bilincini sınırlayan bir hapishane. Çünkü eksik olan bir şey var. O da irade ve vicdan dengesini kurmuş farkındalığınla beslenen inançlı ve derin bir felsefi algılama gücü. O felsefe senin özünde unuttuğun, baskıladığın, kanattığın ve kimi zaman öldürmeye çalıştığın insan yanında mevcut. Sevgiyle bakmasını öğrendiğinde yaşama ve herşeyin kaynağında sevgi olduğu gerçeğini farkettiğinde ama bunu içselleştirerek ve tüm bedenin ruhun ve bilincinle hissederek anladığında çözülecek sırları birer birer yaşam denen bu girdap döngüsünün....

Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var birşey bildiğin yok
Yarın akılsız neyi çözeceksin...

(Ömer Hayyam)



OKTAY ÇAPAROĞLU

iZMİR - 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder